25 Eylül 2015 Cuma

Pereira, Robin van Persie ve yıldız yönetimi*

Pereira ile Robin van Persie arasındaki kriz şimdilik çözülmüş gibi, en azından şimdilik ve tabi ki çıkan haberlere göre. Ama elbette ki bir anda çıkmayan sorun, bir anda da tatlıya bağlanamaz. Nihayetinde doğanın tabiatına aykırı bu. Sorunun oluşma koşulları, gerginliğin tırmanma süreci olduğu gibi iyileşme, normalleşme seyri de zaman alır. Ancak her şartta da sahanın ortasında yaşananlar kolay kolay unutulmaz, en ufak olumsuzlukta da ilk akla gelen olur. Öyle ya da böyle olan şudur ki; Pererie ile futbolcular arasında ilk aleni ve büyük kriz yaşandı. Üstelik Pereira’yı şoke eden, neye uğradığını şaşırtan gelişme en büyük yıldızla, Robin van Persie ile yaşandı. Ki Hollandalının böyle bir imajı, ona dönük bu tarz bir algı yoktu. Zaten Vitor Pereira’nın da bir anlamda dumura uğraması, donup kalması, hatta ikinci golden sonra Gökhan Gönül’ün gelip kendisini kucaklamasına kadar olayın etkisinden çıkamaması bundan.

Biraz iddialı olabilir ama bu yaşanan, net olarak bir kırılma anıdır, momentumdur Fenerbahçe teknik heyeti ve futbolcu grubu için. Bunun nasıl aşılacağı ama gerçek anlamda nasıl aşılacağı sezonun geri kalanında belirleyici olacak. Kritik zamanlarda, kötü sonuçlarda ise aşılıp aşılmadığı da anlaşılacak. Peki buraya nasıl gelinde, Robin van Persie gibi kariyerli ve tecrübeli biri neden böyle bir tepki koydu, hem de maça girmek üzereyken ve herkesin gözü önünde. Bu şu anlama gelir ki; Robin van Persie teknik heyetin kendisiyle ilgili tasarruflarından hiç mi hiç memnun değil ve fazlasıyla rahatsız. 10 resmi maçı geride bırakan Fenerbahçe’ye baktığımızda Pereira’nın bariz bir istikrarsızlığı ve kararsızlığı söz konusu. Ne sistem, ne 11, ne plan, ne de diziliş anlamda bir kararlılığı olmadı. Bu kararsızlıklar ve denemelere Robin van Persie de dahil olup, kendisi de buna konu edilince Bursaspor maçındakiler yaşandı.

Başlardaki yedek kalması fiziksel eksiliğine sayılıp geçti ancak sonraki maçlarda 60’tan sonra 4 defa (Rize, Atromitos, Kasımpaşa ve Molde) oyundan alınmasını yıldız bir oyuncunun sessizce kabul etmesini beklemek saflık olur. Ki bir yıldız için daha da ağır olan, oyundan çıktığı dakikaların çoğunda takımı üstün ve maçı kazanmış bir durumda değildi. Robin van Persie’nin bu tepkisinde sadece Bursaspor maçındaki yedek kalması tek başına etki etmemiştir elbette. Van Persie’nin mevkisiyle oynanması da yıldız oyuncu için ciddi bir rahatsızlık gerekçesi. Fernandao’nun sağı-solu-arkasında dolaşacak hali yok Robin van Persie’nin. Evet aynen öyledir, van Perie’yi getiriyorsanız aslolan kendisidir ve mutlu, verimli olacağı yerde oynar.

En uçtaki santrfor olmadığı, gol noktalarına uzak kaldığı, ona göre bir oyun şablonu ve kadro tercihi yapılmadığı sürece, 11’in değişmezi olsa da, her saniye sahada kalsa da yeni sorunlar kapıdadır. Solda oynadığı Antalyaspor maçında Nani’ye çizgiden yaptığı harika asiste aldanmasın kimse, o yeni geldiği takımın yüzü hürmetineydi. Halbuki her teknik adam bol bol transfer ve yıldız ister değil mi! Ancak bu yıldızların yönetimi ve her daim mutlu tutulmaları öyle kolay değildir. Asıl böyle durumlarda da teknik direktörün işi başlar, gittikçe zorlaşır ve gerçek kapasitesini gösterir. Oynayan ile yedek kalan dengesi, rotasyon, takım ve kadro istikrarı, sistemin ile taktiğin oturması bıçak sırtı konular. Doymuş, başarmış (bir de düşüşe geçmeye başlamış) yıldızlar işin içindeyse teknik adam için zorluk katlanır. Yani fazlasıyla maharet isteyen bir mesele ve çözülmesi gereken sorunlar, zorluklar yumağı var Vitor Pereira’nın önündü. Bu onun Fenerbahçe’deki geleceği yanı sıra teknik direktörlük kalitesi ve seviyesini görmek açısından belirleyici olacak. 
*24 Eylül 2015'te Akşam Gazetesinde Yayımlanmıştır.

18 Eylül 2015 Cuma

BEŞİKTAŞ’IN AVRUPA YOLU*

Türk takımlarının Avrupa’da bu güne kadarki başarılarına baktığımızda birkaç temel kriter çıkıyor ortaya: Oyuncu istikrarı ve devamlılığı, kadro uyumu (gelen/giden dengesi) ve son olarak da elbette kalite. Bu kriterlere teknik-taktik beceri ve disiplin, sistem kalitesi, teknik adam seviyesi ve performansı gibi faktörler de eklenebilir ancak Türkiye ligi ve futbol seviyesini göz önüne alınca baştakiler çok daha belirleyici olmuştur daima. 2000 sürecindeki Galatasaray’da da, Zico’nun ve Aykut Kocaman’ın Fenerbahçe’sinde de hep bu temel kriterler başarıyı getirdi. Geçen sezon UEFA Avrupa Ligi’nde atladığı turlar yeterli değildi belki de ama elediği (Liverpool, Feyenoord), geride bıraktığı (Tottenham, Partizan) ve elemenin eşiğinden döndüğü (Arsenal) takımları düşününce, daha da önemlisi bu maçlardaki futbol seviyesi, kalitesi ve olgunluğuna bakınca Beşiktaş için “Avrupa zamanının” geldiğini söyleyebiliriz rahatlıkla.  

Avrupa’da başarının arifesindeki Beşiktaş!
Geçen sezon UEFA Avrupa Ligi’nde 3. Turda elenmiş bir takım için iddialı gelebilir bunlar ancak Beşiktaş bu sinyalleri fazlasıyla veriyor. İlk olarak, 3 sezondur kadro devamlılığı ve uyumu konusunda ciddi anlamda mesafe kat etti. Beşiktaş’taki yaklaşık 14-15 oyuncunun kadro devamlılığı var. Yeni transferlerden Mario Gomez, Beck, Tosic (kalite sorunu olmasına rağmen) ve Rhodolfo’nun takıma adaptasyonunda çok sorun yok gibi görünüyor. Geçen sezonki önemli transferlerden Demba Ba, Sosa ve Tolgay’ın hemen hemen hiç uyum sorunu yaşamadığını hatırlayalım. Takım olmada sanılanın aksine çok çok önemlidir bu. İlk aşama için geriye kalıyor kalite kriteri. Tolga Zengin, İsmail Köybaşı, Mustafa Pektemek, Necip Uysal, Dusko Tosic ve Tolgay ile Veli’nin yokluğundaki merkez orta zaafı bu kriteri zayıflatan temel etkenler. Rhodolfo-Ersan tandemi ve Andreas Beck daha üst seviye olması gereken ama Avrupa ve Türkiye ligi için kötü olmayan isimler. Atiba’nın partneri Oğuzhan ya da Necip’in Veli-Tolgay’ı o pozisyon için arattığı kesin. Oğuzhan pas kalitesiyle bir nebze kapatıyor şimdilik. Ayrıca uyumu ve oyuncu devamlığı olan artıları var merkez orta sahanın.

Geldik Beşiktaş’ın en kaliteli bölgesine, ön 4’lüsüne. Gomez, Sosa, Gökhan ve Olcay’dan oluşan ideal ön tarafa Cenk, Quaresma, Kerim ve zaman zaman Oğuzhan alternatifleri epeyce zengin sayılır. Hem uyum hem kalite hem de üretkenlik açısından bu oyuncu grubunun Avrupa ve Türkiye ligi için üst seviye olduğuna şüphe yok. Bazı isimleri ve bölgelerinde kalite sorunu olmasına rağmen toplamına bakıldığında Beşiktaş, artık teknik-taktik beceri ve disiplin, sistem kalitesi, teknik adam seviyesi ve performansı aşamasına geçebilir. Liverpool’la oynanan iki maç da buna örnektir. Taktik beceri ve disiplin harikaydı. Bu kadro geçen sezon Avrupa’da epey tecrübe kazandı, nasıl oynayacağını öğrendi ve futbolunu geliştirdi. Şimdi mesele bunun üzerine koyup devam etmesi, edebilmesi. Artıların eksilerinden çok daha fazla olduğunu söylemek lazım. Bu arada Beşiktaş’ın mali kriterlerden dolayı UEFA’ya sadece 21 kişilik kadro verebildiğini de unutmamak lazım. İlerleyen haftalar ve turlarda sıkıntısını yaşayacaktır muhtemelen.

Quaresma handikabı!

Handikap çünkü ne yapacağı belli değil! Bu olumlu anlamda, iyiye yorulabilecek bir belirsizlik değil tabi ki. İsmiyle yarattığı beklenti ve baskı hem kendisine hem de takıma sorun yaratabilir. Ligde oynadığı ilk iki maçta aynen öyle oldu zaten. Oyunu tıkayan, bozan, tek bir normal pas ve hareket yapmayan, her aldığı topla fazlasıyla zorlama ve fanteziye kaçan bir hali vardı. Ayrıca da Beşiktaş’ın tartışmasız en üst seviyeye çıkabilen oyuncusu olan Gökhan Töre’nin üzerinde de olumsuz etkisi olduğu, zamanla daha fazla olacağı ligdeki 4 maç yeterli görüntü verdi. Quaresma varken ve yokken ki Gökhan’a bakmak yeterli bunu anlamak için. Quaresma’nın artık “yıldız katkısı” vermesi çok gerçekçi bir beklenti olarak görünmese de asıl olası zarar kısmı daha önemli gibi. Dolayısıyla Şenol Güneş’in oyuncu yönetiminde Quaresma’yı nasıl çözeceği sezon boyunca Beşiktaş’ın kritik meselelerinin başında olacaktır.
*17 Eylül 2015'te Akşam Gazetesinde Yayımlanmıştır. 
   

11 Eylül 2015 Cuma

OĞUZHAN ÖZYAKUP ÜZERİNE!*

Süper Lig’in ilk 3 haftası ve iki milli maç, özellikle de Hollanda maçı son 3 yıldır sık sık gündeme gelen bir soruyu tekrar akıllara getirdi: Oğuzhan bu kez oluyor mu, en azından artık ve nihayet? Beşiktaş’taki 4’üncü sezonuna giren oyuncuyla ilgili ümitler hemen tekrar ve tekrar yeşerdi. Ligdeki Mersin ve Gaziantep deplasmanlarındaki asist ile skor katkısına Hollanda’ya karşı attığı gol de eklenince daha ne olsun: “Oğuzhan artık tamam”, “Oğuzhan’ın sezonu olacak”,”Şenol hoca Oğuzhan’ı kazanıyor” minvalindeki hakim futbol kamuoyu görüş ve algısı oluştu. Elbette ki bu algı tamamıyla karşılıksız değil. Hele de Türk futbolunun, en azından A Takımlar seviyesinde, yetenekli oyuncu azlığını ve sorununu düşününce daha da anlaşılabilir bir durum. Peki, o gerçekten de doğal yetenekleri gelişkin olan bu oyuncu potansiyelini gerçekleştirme noktasına geldi mi nihayet? Hadi, sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim: daha değil, hatta epey de yolu ve zamanı var. Daha da ötesine gidersek de; Oğuzhan’ın futbol yapısının bazı temel sıkıntıları var ve bunları aşması çok da kolay görünmüyor, en azından şimdilik. 

Hollanda’da yetişen, U17 ve U19 Milli takımlarında oynayan, kaptanı olduğu Hollanda U17 takımıyla 2009 Avrupa Şampiyonası’nda final oynayan, hatta 2018 Dünya Kupası’na Belçika ile ortak adaylık başvurusu yapan Hollanda’nın hazırladığı kitapçıkta 2018 Milli takımının orta sahasında öngördüğü bir yetenekti. Üstelik bu dönemini de Arsenal’de geçirdi. Ama o seviye için beklenen çıkışı yapamadı ve 20’sinde yüksek bir potansiyel olarak Türkiye’nin yolunu tuttu. Çok gelişkin olan doğal yetenekleri onu orada tutmaya yetmedi. Aslında Türkiye’de geçen 3 yılı aşkın sürede değişen çok fazla bir şey olmadı. Böyle yetenekli olan oyuncu neden bir türlü olmuyor? Ki artık yaşı da 23. Sanılanın ve en sık gündeme gelenin aksine fizik gücü değildir temel sorunu. Evet, fizik gücü, temposu ve dayanıklılığı muhakkak yukarıya çıkmak zorunda. Ama Hollanda maçında epey tempoluydu mesela. Tempo yapınca da bu kez (gol dışında) pas trafiğine ve oyuna hiçbir katkısı olmadı. Çok fazla pas hatası yapıp top kaybetti.

Halen aşamadığı ancak aşması gereken en büyük sorunu doğal yeteneklerinin çok çok gerisinde kalan futbol bilgisi ve oyun zekasıdır! Pozisyon ve final becerisinden bahsetmiyorum, o ayrı bir konu, Oğuzhan da o konuda zaten gelişkin, en azından top tekniği ve yetenekleri oraya yetiyor. Ancak akan oyunda topla ne zaman buluşacağı, topu ne zaman ayağından çıkaracağı, pas tercihi, yer ve alan alma, vücudunu özellikle de kalça ve omzunu nasıl kullanacağı konularında problemli. Hatta fizik olarak yetersiz görülmesinin temelinde de bu var: kendisinden güçlü olan oyuncunun presi ve müdahalesiyle karşılaştığında eveleyip-geveleyince topu kaybediyor, kötü kullanıyor. Halbuki her zaman daha güçlü, daha çabuk, daha hızlı rakip oyuncular vardır, olabilir. Top kendindeyken rakibini yaklaştırmazsınız olur biter. Çok özel biri olsa da Andes İniesta örnektir işte buna.

Mersin İdman Yurdu ve Gaziantepspor gibi ligin iki sorunlu takımına karşı yıldızlaşıp, Trabzonspor maçında sahada hiç ama hiç görünmemesi de ondan. O nedenle Arsenal’de kalamadı ya da kendisini çok tutmasına rağmen geçen sezon Slaven Bilic’ten beklenenden az şans buldu. Liderlik özelliği, sorumluluk alması ve özellikle zor zamanlarda ortaya çıkma konusu da diğer önemli sorunu. Beşiktaş’ın 55 maç oynadığı geçen sezonda 24’ünde 11’de sahaya çıktı anca, 20’ye yakınındaysa kulübedeydi. Ligde ise 13 maçta 11’de, 12 maçta da yedekteydi. Halbuki asist ve skor anlamında takımın çok ihtiyacı vardı derbi ve final haftalarında. Ama Trabzonspor maçında olduğu gibi kayıptı. O mevkiinin olmazsa olmazlarından biridir liderlik ve sorumluluk alma. Tabi ki tüm bunlar, henüz beklentilerin çok gerisinde de olsa, yavaş da olsa Oğuzhan’ın iyiye gidişini gölgelemesin. Doğal yetenekleri bu kadar üst seviyede olan bir oyuncunun gelişimi elbetti ki net olarak fark yaratır. Ancak henüz o noktada olmadığı da açık. Yani şu andaki durumunu birkaç kelimeyle, “topçuluğu harika, ama futbolculuğu henüz yeterli değil” şeklinde ve kabaca özetlenebilir!
*10 Eylül 2015'te Akşam Gazetesinde Yayımlandı.

4 Eylül 2015 Cuma

Milli takımda futbol zamanı*

6 maç sonunda 8 puanla dördüncü olmak büyük başarısızlık. 8’in 6’sını da Kazakistan’dan olduğunu düşününce daha da kötü. İzlanda ve Çek maçlarından puansız ayrılmak o günün koşullarında ve futbol değerleriyle bakınca doğal olarak görmek lazım. Zira 2014 Dünya Kupası’nı Play-Off’ta Hırvatisat’a karşı kaçıran İzlanda ile İtalya, Danimarka, Bulgaristan ve Ermenistan’ın (Ermenistan 5’inci oldu ve 13 puan aldı) yer aldığı Avrupa elemelerinin en zorlu grubundan 15 puanla çıkamayan Çek Cumhuriyeti çok daha iyi durumdaydı Türkiye maçlarına çıkarken. Türkiye ise Hollanda’nın lider olduğu grupta Macarsitan ve Romanya’nın arkasında kaldı. Bunun yanı sıra Gökhan Töre-Hakan Çalhanoğlu-Ömer Toprak krizi, ardından Fatih Terim’in medyayı da içine alan yine krizler süreci vs eklenince futboldan uzak bir milli takım dönemi yaşandı. Yani tüm bunları bir araya getirince, başta da dediğim gibi İzlanda ve Çek maçlarında yenilmek pek çoklarını şaşırtsa ve hayal kırıklığına uğratsa da futbol adına gayet normaldi. Ancak Letonya deplasmanı şu ana kadar bu eleme grubundaki en silik futbol oynandı. Sonradan giren Bilal Kısa dışında tek bir oyuncu bile inisiyatif almadı ve çok kolay bir maçta 2 puan bırakıldı. O gün sahada (Arda, Gökhan Töre, Olcay, Oğuzhan, Umut, Caner) olanlardan hiçbiri sorumluluk almaya yanaşmadı. Halbuki Bilal’ın yaptığı gibi 1-2 bireysel kımıldanma maçı almaya yeterdi ve tüm sıkıntılı döneme rağmen 10 puanla çıkabilirdi bugün Letonya karşısına.

Artık potansiyelin ötesi lazım

Şimdi artık telafisiz maçlara gelindi. Hemen hemen her elemeler grubunda Türkiye’nin başına gelen o klişe durum ve sorunun zamanı geldi: devam mı tamam mı? Kazakistan maçlarıyla birlikte az da olsa futbola dönmeye başladı milli takım. Artık tam anlamıyla futbola dönmüş bir oyuncu grubu ve elbetti ki teknik heyet olmalı! Açıkçası da öyle görünüyor. Kalan 4 maç ve 12 puan var. Sağlıklı ve milli takımda olanlara baktığımız zaman epey derli toplu bir kadro söz konusu. Arda, Töre, Çalhanoğlu, Ekici, Burak, Selçuk, Caner, Ozan Tufan, Oğuzhan, Mehmet Topal, Şener ve Volkan Şen’i şöyle hızlıca sayınca az buz bir potansiyel yok ortada. “Buradan bir şeyler çıkmalı” diye düşünüyor insan. Abartmadan ve hamasete girmeden değerlendirildiğinde bu yeteneklerin olduğu takım sadece gruptan çıkması değil asıl olarak önümüzdeki yaz Fransa’da güzel bir yaz geçirmesi işten bile değil. Ama tabi ki bu kağıt üzerinde, lafta ya da sırf potansiyelle olmaz, bugüne kadar da olmadı zaten. O potansiyeller takım halinde sahaya inmeli. Önce o potansiyel sahaya inmeli ki, bu oyuncu grubu iyi bir takım olsun, o takım da en azından 3-4 yıllık bir mini-jenerasyona dönüşsün. Bunun için de Letonya ve Hollanda maçları tam birer test. Buradan 6 puan alınamazsa demek ki o potansiyel sadece kağıt üzerinde kalmaya mahkummuş. 
*3 Eylül 2015'te Akşam Gazetesinde Yayımlanmıştır.

3 Eylül 2015 Perşembe

2015-2016 SEZONUNDA PTT 1. LİG’İN YENİ 5 YABANCISI*

Adriano Facchini: Kardemir Karabükspor
4 yıldır Portekiz Premier Lig takımlarından Gil Vicente’nin 1 numarasıydı. Geçen sezon takımının küme düşmesine rağmen ligin en iyi kalecilerinden biri olarak kabul edildi. 32 yaşındaki kaleci, kalitesi ve kariyerine bakınca net bir transfer başarısıdır. Karabükspor’un şampiyonluk mücadelesindeki en büyük kozlarından olacak.  

Ousmane N'Diaye: Samsunspor
24 yaşındaki Senegalli stoper, 4 yıldır Fransa 2. Lig takımlarından Arles’te 100’ü aşkın maça çaktı ve önemli deneyim elde etti. Yaşının çok üstünde bir oyun olgunluğu ile defansın lideri olduğunu daha ilk maçta gösterdi. Fizik yapısı, çabukluğu, hamle zamanlaması ve oyun görüşü itibarıyla bu lig seviyesinin üstünde. Yaşı da göz ününe alınınca burada kalıcı değil gibi.

Leandrinho: Denizlispor
Daha ilk haftada Alanyaspor’a attığı 2 gol ligin en dikkat çekenlerinden biri olacağının habercisi olarak görülebilir. İki kenarda da oynayabilen, hızlı, dikine giden ve doğrudan kaleyi düşünen kenar forvet tipi. Sahada olduğu gibi kariyerinde de fazlaca seyyahlık etmiş 29 yaşındaki Brezilyalı, en son Meksika’nın Atletico San Luis takımındaydı. Yeşil siyahlıların en önemli transferlerinden biri olmasının yanı sıra lige renk ve kalite katacağı kesin.

Leroy George: Göztepe
Transfer şampiyonunun en merak edilen isimlerinden biriydi. Daha iyi bir çıkış yapması beklenen potansiyellerden biri olarak Hollanda Eredivisie’de 7 sezon geçirdi. O çıkışı yapamasa da Utrecht ve NEC Nijmegen’de düzenli 11’deydi. Son 2 yıldır Azerbaycan’daydı. Harika bir dönem geçirdiği Qarabağ Ağdam ile takımın en önemli yıldızlarından biri olarak 2 lig şampiyonluğu yaşadı. Santrforun arkası ve yanında extra işler yapan, gezici, lig seviyesi için süper solak olarak görülebilir rahatlıkla. Asist ve golleriyle toplamda skor katkısı 20’yi bulması muhtemel.

Pote: Adana Demirspor
Net bir santrfor. Güçlü, top tutan, ayakları iyi, gerektiğinde yer değiştiren biri... Lige Ayite, Emenike, Zenke benzeri bir etki yapması zor değil. Yanları ve arkasındakilerle iyi uyum sağlarsa en fazla takımına seviye atlatır. Almanya ve Fransa 2. Liglerdeki yıllarınin ardından geçen sezon Kıbrıs Rum Kesimi’nde Omonia Nicosia formasıyla 19 gol attı.
*FourFourTwo Dergisi Eylül 2015 Sayısında Yayımlanmıştır.

PSG’den BAL’a!*

Bölgesel Amatör Lig iki sezondur ses getiren transferlere imza atıyor. Süper Lig’den tanıdığımız oyunculardan Serge Djiehoua’nın geçen sezon Cizrespor ve Ödemişspor formalarını giymesi, ardından bu sezon başında da Jaba’nın Kuşadasıspor’a transfer olması lige olan ilgiyi epey arttırdı. Son olarak BAL’ın iddialı ekiplerinden Mudanyaspor önemli isimler kadrosunu kattı.

Paris Saint-Germain’in altyapısında oynayan 20 yaşındaki Kamerun asıllı Fransız forvet Onquene Ntah Simon ve Njalla Quan Sports Academy takımından 28 yaşındaki orta saha oyuncusu Bate Eya Arsene Etah’ı transfer eden Mudanyaspor, sezon başının en azından adını duyurması bakımından dikkat çeken takımlarından oldu.

3. Lig’e çıkmayı hedefleyen yeşil kırmızılı BAL temsilcisi, iki oyuncuyla 1’er yıllık sözleşme imzaladı. Futbolcuların finans kaynağını sponsor ile çözen kulüp yeni sezon için artık daha umutlu. Yeni transferler ise imza töreninde iddialı konuşmaktan geri durmadı. Ntah Siman bu yıl 20 golü bulacağını söylerken, Arsene Etah da 15 gol atacağını iddia etti. İmza töreninde hazır bulunan Mudanyaspor teknik direktörü İsmail Serbest de oyuncularının yüksek özgüvenine, “Tamam o zaman 3. Lig garanti” esprisiyle destek çıktı.
*FourFourTwo Dergisi Eylül 2015 Sayısında Yayımlanmıştır.

2 Eylül 2015 Çarşamba

O ŞİMDİ NEREDE? JABA*

(KUŞADASISPOR: BAL)

2004 yazında Süper Lig’in yeni takımlarından, o dönemki adıyla Büyükşehir Belediyesi Ankaraspor, 5 Brezilyalı oyuncu transfer ederek sezona sansasyonel bir giriş yaptı. Her ne kadar kaleci Fabio Noronha ve forvetlerden Jose Sobrinho kalıcı olamasalar da diğer 3 Brezilyalı uzun yıllar boyunca Türkiye futbolunda kendine yer buldu. Fenerbahçe, Bursaspor ve son olarak Mersin İdman Yurdu forması giyen sol bek Wederson, Antalyaspor’da uzun yıllar oynayan, 2 sezondur da Mersin İdman Yurdu’nda mücadele eden kenar forvet Tita Süper Lig’in istikrarlılarından oldular.

5’inci Brezilyalı ise Silvino Joao de Carvalho, yani bizim de bildiğimiz adıyla Jaba. Kısa boyu, geniş omuzları ve “parantez” bacak yapısıyla farklı bir santrfor tipi olarak 5 isim arasında ilk anda en dikkat çekeni oldu. 17 gol attığı harika ilk sezonuna rağmen Wederson ile Tita kadar uzun ve istikrarlı Süper Lig yılları olmadı. Ankaraspor ve Ankaragücü’nde geçirdiği sonraki 4 sezonda da 10-12 gol barajını tutturdu. 2009’da Azerbaycan’ın FC Bakü takımına transfer oldu, orada kupa şampiyonluğu yaşadı. 2012’nin başında vasat bir Antalyaspor süreci yaşadıktan sonra ülkesinde alt lig takımlarında 2 yıl geçirdi. 

Geçen sezonu FC Bakü’ye döndü ama bu kez ilk dönemdeki başarılı görüntüsünden uzaktı. 34 yaşındaki santrforun bu yaz tekrar Türkiye’ye yolu düştü. Bu kez durağı son ayrıldığı seviyenin epey altında, Bölgesel Amatör Ligi takımlarından Kuşadasıspor oldu. Nasıl bir performans sergiler bilinmez ama imza töreninde kırık ve sevimli Türkçesiyle iddialı açıklamalar yapmayı ihmal etmedi. “Hedefimiz 3. Lig’e çıkmak. Bunun içinde üzerime ne düşerse onu yapacağım. Motivasyonumuz çok iyi. İnanıyorum ki bu sene %100 gol kralı olacağım!” 
*FourFourTwo Dergisi Eylül 2015 Sayısında Yayımlanmıştır.

BU ÇOCUKTA İŞ VAR: OĞUZHAN PALAZ*

Kulüp: Ofspor (Kiralık) Mevki: Santrfor Yaş: 18
Keşfedilişi
Ailesi boş vakitlerini kötü geçirmesin diye 2008 yazında Manisa Belediyespor Futbol Okulu’na kaydeder. Ancak futbol okulu süreci çok kısa sürer ve daha ilk antrenmanda çok beğenilip lisansı çıkarılır. Gelişimi dikkat çekince de yaklaşık 4 yıl sonra Manisaspor’a transfer olur. Geçen sezonun başında A Takıma yükselip profesyonel oldu. İlk yarıda kupa ve ligdeki maçlarda zaman zaman süre aldı. Tecrübe kazanması için devre arasında, “Mücadele kapasiteme çok katkısı oldu” dediği 3. Lig takımlarından Balçova Yaşamspor’a kiralandı. 15’e yakın maçta forma giydi ve Şubat ile Nisan ayında U18 Genç Milli takımlara davet edildi. Bu sezon başında bu kez 3. Lig ekiplerinden Ofspor’a kiralandı.

En önemli özellikleri
Tam bir modern tek santrfor tipi. Sırtı dönük etkili, hava topları gelişkin, istasyon olma özelliğinin yanı sıra topla da çok becerikli. Kenarlara fazla gitmeyen ama topla yüzünü kaleye döndüğünde direkt rakibinin üstüne gidebilen biri. Stili kendisinin de çok beğenip takip ettiği Robert Lewandowski’ye benzetilebilir. Çabukluk ve hız konusunda kendisini geliştirmesi halinde birinci sınıf santrfor potansiyeline fazlasıyla sahip.

Ne dedi?
“Bu sezon Ofspor’da 18-20 gol atmak istiyorum” diyerek bu sezonluk rotasını belirlemiş. Orta ve uzun vadedeyse pek çok genç oyuncunun aksine illa da, “3 büyükler olsun” demiyor. “3-4 yıl içinde Süper Lig’in banko oyuncusu olmak istiyorum. Sonrasında ise doğrudan Avrupa hayallerim var”
*FourFourTwo Dergisi Eylül 2015 Sayısında Yayımlanmıştır.

ÇOCUKLAR SAHADA, ANNELER TRİBÜNDE!*

U12 İzmir Cup ve U11 Balkan Cup gibi alt yaşlarda başarılı organizasyonlar düzenleyen Altınordu, yine farklı bir etkinliğe imza attı. İzmir dışındaki birçok bölgeden futbol okulu öğrencilerinin katıldığı “Altınordu Futbol Okulları Anadolu Cup” Afyon’da yapıldı.

Konya, Antalya, Kütahya, Afyon, Denizli ve Uşak’tan 240 öğrencinin yer aldığı şenlik havasındaki organizasyonda maçlar 12,5 dk x 2 devre üzerinden oynandı. 16 Ağustos Pazar günü boyunca devam eden turnuvada toplam 36 maç oynandı.

Birbirinden güzel ve renkli görüntülerin yansıdığı etkinlik boyunca çocukların sahada sevinçlerine tribündeki aileler de ortak oldu. Hakemler, kimi zaman oyunu durdurup, yaşları 8 ile 12 arasında değişen çocuklara oyun kurallarını hatırlattı, kimi zaman tacın nasıl atılacağını şahsen gösterdi, kimi zaman da düzgün bir maç başı töreninin nasıl olacağını anlattı.

Tribünlerdeki anne ve babalar ise ellerindeki kırmızı-lacivert ponponlarla coşku dolu saatler yaşadı. Dev organizasyonun sonunda futbolculara madalyaları verilirken, kupa töreni de oldukça neşeli geçti. Turnuvanın sonunda veliler ve yüzlerce çocuk Altınordu’nun artık herkesçe bilinmeye başlayan sloganını hep bir ağızdan söylendi. “İyi Birey, İyi Vatandaş, İyi Futbolcu”
*FourFourTwo Dergisi Eylül 2015 Sayısında Yayımlanmıştır.

1 Eylül 2015 Salı

STUART BAXTER: BU GÜNE KADAR HİÇ KOVULMADIM, İSTİFAYA ZORLANMADIM*

Nasıl karar verdiniz, nasıl bir tercih oldu sizin Türkiye ve Gençlerbirliği?
3 yıldır Güney Afrika’da Kaizer Chiefs takımında çalışıyordum. 3 sezonda 2 defa duble yaptık, yani hem ligi hem de kupayı kazandık. Neredeyse kaybolmak üzere, dağılmak üzere olan bir takımdı gittiğimde. Harika işler yaptık ve 3 yıl sonunda artık ayrılık vakti gelmişti, yerimi yeni bir teknik adamın gelme zamanı gelmişti. Ben de yeni deneyimlere fırsat vermek istedim.

Türk futboluna dair bir bilgi ve izleniminiz nasıldı gelmeden önce?
Birçok Türk futbolcu ve takımı Avrupa’da kendini gösterdi, iyi işler yaptı. Oradan takip ettim. Gençlerbirliği de epeyce hem Afrikalı hem de İskandinav oyuncu oynattı yıllar boyunca. Mesela Japonya’ya giderken hiç bilgim yoktu Japon futboluna dair. Ama gittiğim ilk yılda daha büyük başarı elde ettim. Güney Afrika’ya gittiğimde de çok çok az bilgim vardı. Yani Türkiye ve Gençlerbirliği ile ilgili daha önceki deneyimlerime kıyasla epey bilgim vardı.

Türkiye’nin çok bildiği bir teknik adam değildiniz. Nasıl tarif edersiniz kendinizi? Mesela, kendi sisteminizi mi uygularsınız her yerde yoksa ülke ve takım şartlarına göre mi hareket edersiniz?
Fabio Capello mesela çok tanınmış ve bilinmiş bir teknik direktör. Onun kendi sistemi vardır, nereye giderse gitsin onu uygular. Buraya gelse sisteminde ısrarcı olacaktır, futbolculardan ona adapte olmasını bekleyecektir. Ama benim inandığım şey; yabancı hocalar şartlara, kültüre, kaliteye, oyuncu potansiyeline iyi bakıp değerlendirmek durumda. Ona göre bir futbol oynanması gerekiyor. İsveç’teki, Japonya’daki ya da Güney Afrika’daki futbolu uygulayamazsınız.

Peki, nasıl bir oyun tercihiniz olacak, pasa dayalı mı, hızlı mı, kontrollü mü, defansif mi, ofansif mi, hasıl bir Gençlerbirliği izleyeceğiz?
Nasıl oynayacağımız konusunda bir ilan, reklam, duyuru yapmak istemiyorum! (gülüyor) Ama genel olarak takım halinde savunma yapmayı severim. Bunu söylerken, hücum oyuncularımızdan vazgeçeceğim anlamı çıkmasın. Toplu bir savunma halinden bahsediyorum. Topu kazandığımız zaman da çok hızlı olacağız, atak oyuncularımızı çok iyi besleyeceğiz, sonuca gideceğiz. Yani çıkışlarda çabuk ve kalabalık olmalıyız.

Dünyanın pek çok yerinde çalıştınız. Ama artık çok farklı bir kulüp başkanı var karşınızda. Bununla ilgili düşünceniz nedir?
Bu kulübün yaratıcısı ve sürükleyicisi. Bunun farkındayım. Kulüp üzerinde hem çok etkili hem de çok baskısı ve otoritesi olan biri.

Yaklaşık 40 yıllık süreçte 60 küsur teknik direktörle çalıştı. Zaman zaman kolay teknik adam ayrılığına gidebiliyor. Bu tedirgin ediyor mu?
Öncelikle şunu söyleyeyim; antrenörlük kariyerimde bu güne kadar hiç kovulmadım, istifa etmeye zorlanmadım! Ama Bobby Robson’un, “Her teknik direktör bir gün kovulacaktır!” diye bir sözü vardır. Ancak kovulacağım düşüncesi ve korkusuyla yaşarsam, işimi zorlaştıracak, yapamam ve başarılı olamam. Başkanla olan diyaloğumu her zaman saygı çerçevesinde sürdüreceğim ve işimi yapacağım.

Şampiyon hoca olarak Türkiye geldiniz. Gençlerbirliği’nde bu sezonki hedef nedir?
Farklı pozisyonlarda olan takımlarla çalıştım. Gençlerbirliği de epey yeni oyuncu aldı, kadro değişimine gitti. Bizim arzumuz yeni oyuncuların hızlı bir şekilde uyum sağlaması. İyi şeyler yapmak istiyoruz. En azından geçen sezonki seviyenin üzerine çıkmak ilk olarak, ama mümkün olduğu kadar da yukarılara oynamak... Bunu yapabilmek için de tüm arzu ve isteğimizi göstereceğiz, bunda ısrarcı olacağız.

Gençlerbirliği alt yapı geleneği güçlü olan bir kulüp, genç oyunculara bakışınız nasıl?
Bu tür takımlarda alt yapıdan yukarıya oyuncuların katılımı önemlidir. Hem genç oyuncuların motivasyonu, hem bölge hem de Türk futbolu için önemlidir.

Elinizdeki kadroda yeni tanıdığınız oyuncular arasında sizi olumlu anlamda etkileyenler oldu mu?
Hücum oyuncular göze daha çabuk batar doğal olarak. Dolayısıyla El Kabir rakip için çok tehlikeli, İrfan Can da çok yetenekli bir oyuncu olarak gözüküyor. Ama eminim ki diğer pozisyonlardaki oyuncular da beni etkileyecektir zaman içerisinde.

Arda’nın Barcelona’ya transferi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Futbolcuların zihnini geliştiren, ufkunu açan bir şey bu. Pek çok futbolcu o seviyeye ulaşmaya çalışacak. Daha önce sağ bek oynamaya zorlanmış. Onunla ilgili birilerinin kafasında böyle bir gelecek hiçbir zaman yoktu belki de. Ama şu anda bir süper star olarak Barcelona’da. Bu Türkiye’de oynayan pek çok oyuncuyu etkileyecek, hedef halini alacaktır.
*FourFourTwo Dergisi Eylül 2015 Sayısı için yapılan röportaj Baxter'in görevine son verilmesi nedeniyle yayımlanamadı ve bir anlamıyla dergi ters köşeye düştü.