16 Kasım 2015 Pazartesi

ELVİR BALİÇ: DOĞRU BİR KULÜPTE BAŞLIYORUM*

2014 Dünya Kupası’na giderek Bosna Hersek ile tarihi bir başarı yaşayan teknik heyetin içinde olmak nasıl bir duyguydu?
Çok güzel bir duyguydu. Çünkü biliyorsunuz bizim ülke 5 sene savaştaydı ve savaştan sonra 96-97 senesinden bu zamana kadar turnuvalara katıldı. Avrupa şampiyonası için dünya kupası için bir iki kere böyle son maça kadar kalmıştık ama gidemedik. Ben futbolcu olduğum dönemde de gidememiştim. Antrenörlük hayatımda ilk defa 18 yıl sonra bir BosnaHersek dünya kupasına gittim. Tabi ki benim için çok önemli bir yeri var, yani orada bunu yaşayan insanlar için bayram gibi bir havaydı, herkes çok mutluydu. Güzel bir tecrübeydi sonuçta dünya kupasına gidip orda ülkemizi temsil etmek gerçekten hem güzel hem heyecan vericiydi.

5 seneye yakın Milli takımın yardımcı antrenörüydün. Değişiklikten sonra senin devam etmeni istedi mi Bosna Hersek Futbol Federasyonu?
Ben devam etmek için görüşmedim, onlar da bana talip olmadı. nlar isteselerdi de ben kalmazdım çünkü ben Safet hoca ile beraber geldim ve Saffet hoca ile beraber gitmeyi düşünüyordum her zaman.

Harika bir futbolculuk kariyerin oldu. Bursa, Fenerbahçe, Real Madrid, Galatasaray ve diğerleri. Teknik adamlığa da milli takım yardımcı antrenörü olarak başladın. Kariyer planlaman içerisinde miydi PTT 1. Lig takımı çalıştırmak? Süper Lig gündeme gelmedi mi hiç?
Gündeme geldi çünkü ben her zaman şöyle düşünüyorum; iyi bir kulüpte güzel bir kulüpte başlamak gerekiyor. Şu anda tabi ki Karabükspor gibi bir camiada başlamak benim için çok hem heyecan verici. Hem güzel bir şey çünkü çok düzgün bir kulüp ve bu ilk fırsatı teknik direktör olarak Türkiye’de iyi değerlendirmem lazım. Benim için doğru bir kulüp olduğunu düşünüyorum, düşündüğüm için de buraya geldim ve Süper Lig’e çıkmak için elimden geleni yapacağız, yani hedefimiz o.

Karabükspor süreci nasıl gelişti?
Aslında Karabükspor süreci çok çabuk gelişti, bir haftanın içinde oldu bitti. Sportif direktör Seyit beni aradı ve benimle çalışmak istediklerini söyledi. Ondan sonra da oturduk, görüştük ve bitirdik yani.

Bu ligde daha önce oynadın. 2008’de ligin kalitesi nasıldı, şimdi nasıl bir PTT 1. Lig buldun?
Aslında çok fazla bir değişiklik olmadı. Çünkü hem Süper Lig’de oynayan oyuncular hem üst düzeyde oynayan oyuncular PTT Lig’de mücadele ediyor. Yani ben şöyle özetliyorum; PTT 1. Lig, Süper Lig’den daha mücadeleci ve zorluğu daha çok olan bir lig.

Sezon başı almadığın, sezon başı kurmadığın bir takımda olmak konusunda ne düşünüyorsun?
Tabi ki sezon başında gelmek bir avantajdır. Sonuçta transfer konusunda ve futbolcular konusunda hem daha çok zamanınız oluyor hem iyi transferler yapmak için zamanınız oluyor. Karabükspor’ün tüm maçlarını izlediğim için ve gerçekten bu oyuncuları gördükten sonra çok kaliteli oyuncular olduğunu düşünüyorum. İyi bir kadro kurulmuş ve bu kadro ile iyi işler yapacağımızı düşündüğüm için buraya geldim. Karabükspor gerçekten kaliteli oyuncuları olan bir takım. Yeter ki bir takım olma adına her şeyi yapalım, takım olursak, bir takım gibi oynarsak biz bu ligden inşallah çıkacağız.

Nasıl bir Karabükspor izleyeceğiz, temel oyun anlayışın nasıl olacak?
Benim vizyonumda benim felsefemde Karabükspor çok agresif ve çok baskı kuran bir takım izleyeceğiz. Kiminle oynuyorsak oynayalım her zaman kazanmak için çıkan bir takım olacak, çünkü hem o potansiyelimiz var hem de bizim felsefemize öyle uyuyor.

Nasıl bir teknik adam profili olacak karşımızda? Anlatabilir misin biraz?
Ben hayatımda da sporda da her zaman her şey yapmak için bir denge olması lazım diye düşünüyorum. Her şeyin fazlası zarar. Ben inandığım şeyleri yapmaya çalışıyorum, mesela antrenmanlara çok önem veren bir insanım, disiplinli bir insanım, kesinlikle disiplinden uzak bir duruma asla tavız vermem. Yani en önemlisi disiplin ama tabi ki yine söylüyorum ne çok fazla sert ne de çok fazla yumuşak.

20 yıl önce Savaştan çıkan ve Türkiye’ye ayak basan 20’sindeki Elvir harika bir başlangıç yapmıştı. Şimdi teknik adam olarak başlangıç yapıyorsun. Neler hissediyorsun bununla ilgili?
Gerçekten şimdi çok farklı ve büyük bir heyecan benim için. Dediğin gibi teknik direktör olarak ilk defa başlıyorum Türkiye’de o yüzden çok konsantreyim ve heyecanlıyım. Gerçekten benim için çok önemli çünkü bu bir başlangıç; hani derler ya nasıl başlarsan öyle gidersin diye. İnşallah benim için de iyi gider, ondan sonra da devamı gelir. Ben çalışacağım, elimden ne geliyorsa yapacağım, ondan sonrasını göreceğiz bakalım ne olacak.

Albüm çıkardın Bosna’da. Şu sıralar müzikle aran nasıl, devamını düşünüyor musun?

Yok, müzik sadece benim hobimdir. Yani Bosna müziğin önemi hayatımda her zaman var, dinlerim kendi kendime, böyle arada bir şarkı söylerim ama sadece amatör olarak, hiç bir zaman profesyonel olarak düşünmedim.
*FourFourTwo Dergisi Kasım 2015 Sayısında Yayımlanmıştır.

ARTIK LİSANS DA FORMA DA GARANTİ!*

LİSANSI ÇIKMAYINCA KULÜP SATIN ALDI VE EŞİNİ KULÜP BAŞKANI YAPTI!


Forma şansı bulamayan, yedek kalan, kulüpten gönderilen ya da kariyerinden memnum olmayan futbolculardan farklı ve sayısız tepkiler gördük bu güne kadar. Ama Antalya’da amatör küme futbolcularından Eyüp Aktaş literatüre girecek bir şey yaptı. Amatör küme futbolcusu derken de sorun asıl orada çıktı. Lisans ücretini verdiği halde Aksu Ferrokrom Spor Kulübü, küçük yaşlardan itibaren amatör kümelerde futbol oynayan 31 yaşındaki Aktaş’ın lisansını çıkarmadı. Buna fazlasıyla içerlenen Eyüp Aktaş, kuyumcu olmasının verdiği avantajla da bu duruma farklı bir şekilde son verdi ve kulüp satın aldı.

Denizgücü’nün satın alan üzgün ve lisanssız futbolcu, önce kulübe oturduğu mahalle olan Cihadiye’nin adını verdi, ardından haberlere konu olan hamleyi gerçekleştirdi ve eşini kulüp başkanı yaptı. “Futbolla hiç ilgilenmezdim ama artık antrenmanlara ve maçlara gitmeye başladım.” diyen çiçeği burnunda başkan Işıl Aktaş televizyondan da maç seyretmeye başladığını söyledi. Buna rağmen Eyüp Aktaş’ın hırsı geçmemiş olacak ki, sezon açılışı için alınan hazırlık maçı lisansını çıkarmayan eski kulübüne karşı oynandı, nasıl bir futbolcu kaçırdıklarını göstermek istercesine. Maç 3-3 bitti ve 10 numara formayı giyen de kulübün yeni sahibiydi. Hem kulübün patronu hem de eş durumundan başkan torpilli futbolcu haline gelen Eyüp Aktaş’ın da böylece lisansının çıkmaması için önünde herhangi bir engel kalmamış oldu. 
*FourFourTwo Dergisi Kasım 2015 Sayısında Yayımlanmıştır.

SEPİL’İN ENERJİSİ ARTIK SADECE GÖZ-GÖZ İÇİN*

2003’ten beri Süper Lig’e uzak kalan Göztepe’de geçen sezondan bu yana hem sportif hem de kurumsal anlamda ciddi bir toparlanma yaşanıyor. Takım tekrar PTT 1. Lig’e yükseldi ve bu sezonun başında Süper Lig yarışı için lig şartlarının çok üstünde ve kalitede bir kadro kuruldu. Süper Lige yükselme mücadelesi veren Göz-Göz’de bu değişimin ve iyi gidişin en temel etkeniyse farklı profiliyle dikkat çenek başkan Mehmet Sepil.

İş dünyasının önemli isimlerinden olan Mehmet Sepil, camiada ve özellikle taraftarlarda harika bir etki yarattı. İzmirli ve Göztepeli olan 62 yaşındaki başkan artık tüm enerjisini Göztepe’ye vermeye karar verdi.

“Bir sürü yatırımlarım var. Göztepe var. Biraz daha hayatımı düzene sokayım. Göztepe’yi Süper Lig’e çıkarayım.” mesajını yayınlayarak Londra Borsası’nda işlem gören ve kurucusu olduğu enerji devi Genel Energy şirketinde aktif görevini noktaladığını açıkladı. Sepil, iki büyük hissedarından biri olduğu ve 2002 – 2011 yılları arasında CEO görevini üstlendiği şirketin İcra Kurulu Başkanlığı’ndan ayrıldı.
*FourFourTwo Dergisi Kasım 2015 Sayısında Yayımlanmıştır.

O ŞİMDİ NEREDE? İLHAN ŞAHİ*

(ÜMRANİYESPOR: 2. LİG BEYAZ GRUP)

17 yıldır liglerde çift yönlü orta saha oynamasına rağmen futbola başladığı Beşiktaş alt yapısı ve Türkiye Şampiyonluğu ile Dünya 6’ncılığı yaşadığı Çavuşoğlu Lisesi’nde libero olarak yetişti. A Takıma çıkış sürecinde mevkisi değişirken siyah beyazlıların şampiyonluktan uzak geçirdiği 99-2002 yılları arasındaki 3 sezonda kadrodaydı. Transfer furyası ve futbolcu sirkülasyonunda yeterince şans bulamadı ve Göztepe’ye kiralandı. Göz-Göz küme düşmesine rağmen 12 maçta oynadı ve kendi adına iyi maçlar çıkarttı. Ama yeterli görülmemiş olacak ki Beşiktaş’tan ayrıldı ve 2003 yılında dönemin 2. Lig A Kategorisi takımlarından Büyükşehir Belediyespor’a transfer oldu.

İstanbul ekibinde iyi bir süreç geçirdi ve 4’üncü sezonunda Abdullah Avcı’nın takımın başına geçmesiyle Süper Lig’e yükseldi. Şampiyonluğa 25 maçta orta saha oyuncusu olarak 6 gollük katkı yaptı. Ertesi yıl Süper Lig’de 15 maçta süre aldı ve tekrar alt ligin yolunu tuttu. Bolu’daki vasat bir buçuk sezonun ardından 2. Lig’de olmasına rağmen büyük yatırımlar yapan Göztepe’ye transfer oldu ve kariyerinin en harika dönemini geçirdi. Sarı kırmızılıların şampiyonluğunda takımın yıldızlarından biri olarak 13 gol attı. Ertesi sezon ligin en golcü orta sahası olarak tabelayı 11 kez değiştirdi takımının lehine. Sonraki sezon bir devreliğine Kartalspor’a gitti ve ardından yine lig düştü. 2 yıl kendi semt takımı olan Pendikspor’a transfer oldu ve 2. Lig’de şampiyonluk yarışı verdi.

Geçen sezon skor katkısını iyice abarttı ve Play-off oynadığı takımıyla 17 kez gol sevinci yaşadı. Ve hala orta saha oyuncusuyken bunları yaptı. Sezon başında 2. Lig’de yine şampiyonluk yarışındaki Ümraniyespor’a transfer oldu. Artık 35’ine geldi ama hala çok fit ve şarap misali yıllandıkça kalitesi artan bir orta saha olarak harika futbol oynamaya devam ediyor. Hem Beşiktaş hem de Türk futbolu için sistem ve düzen eksikliği nedeniyle modern bir box to box orta sahayı hak ettiği seviyede göremedi. İnsan 2002’den sonra Beşiktaş’ta kalıp 2 sezon Mircia Lucescu ile çalışma şansını yakalasaydı diye hayıflanmıyor değil. Kim bilir, belki de o zaman başka bir kariyere şahitlik ederdik.
*FourFourTwo Dergisi Kasım 2015 Sayısında Yayımlanmıştır.

BU ÇOCUKTA İŞ VAR: MUSTAFA TALHA ÖZBAY*

Mevki: Kaleci Yaş: 16 Kulüp: Ankaragücü
Keşfedilişi
Eski amatör bir futbolcunun oğlu olarak futbolla iç içe olmuş daima. Okulla birlikte okul takımında kendini göstermiş. Kütahya’da okullar arasında şampiyonluk yaşadığında henüz 10 yaşında bile değildi. 2 yıl Kütahyaspor’da oynadıktan sonra, 14 yaşında başka bir şehrin, başkentin yolunu tuttu. “Ankaragücü bana harika şartlar sundu, bana aile ortamını yarattı” diyerek anlatıyor sarı lacivertlilere transferini ve kulübe uyumunu. Kamp dönemlerinde ve sezon içerisinde zaman zaman a takımla antrenmanlara çıkıyor. Bu yılın ocak ayında ilk kez milli takıma çağırıldığı U16’ylı Ege Kupası’nı kazandı.

En önemli özellikleri
Kaleci için harika fiziği hemen kendini gösteriyor. Boyu ise şimdiden 1.91. El becerisi, yan top özgüveni ve refleksleri gelişkin. Devamlı konuşan ve ceza sahası hakimiyetinin yanı sıra ayak tekniği de modern bir kalecinin gereği gibi iyi. Kendisinin de farkında olduğu şimdilik görünen en temel eksiği, bir kalecinin olmazsa olmazı olan ve zaman zaman kaybolan konsantrasyonu.  

Ne dedi?

“Seviyeme ve potansiyelime güveniyorum. Daha iyi bir kaleci olmak için çok çalışıyorum ve kendimi geliştiriyorum” diyor. Geleceği ile kariyerine dönük rahatlığı ve özgüveni yüksek. Kendine şiar edindiği söz ise, yine bir kaleci için olmazsa olmazlardan: “En kötü karar kararsızlıktır”
*FourFourTwo Dergisi Kasım 2015 Sayısında Yayımlanmıştır.

12 Kasım 2015 Perşembe

Şenol Güneş’in futbol duruşu!*


Zordur Türkiye futbol ortamında Don Kişot olmak. Rüzgara karşı hiç bıkmadan, usanmadan ve belki de biraz inadına doğru bildiği yolda ilerlemek. Her an, her ortamda, her çalıştığı takımda ve her dönemde aynı yerde durmak... Epey bedel ödersiniz, yıpranırsınız. Yıprandıkça da agresifleşir ve daha da sertleşir diliniz, haliniz, tavrınız. Bir de kabul görmeme halidir Şenol Güneş’inki. Bir türlü 3 büyükler cenahında rağbet görmemiştir. Bu sezon başına kadar 3 büyüklerde futbol oynamamanın büyük ambargosuna takıldı durdu yıllarca. Evet, aynen öyle bir ambargo vardır 3 büyüklerin yazılı olmayan anayasasında. Ersun Yanal nasıl olduysa bir istisnadır. Yani epey uzun yıllar içerisinde 3 büyüklerin teknik adam tercihlerine baktığınızda, eğer Şenol Güneş 2 sezon bile 3 büyüklerden birinde oynamış olsaydı, 1996’nın ardından %100 İstanbul’dakilerden birinin başındaydı. Yani neredeyse 20 yıl öncesinden bahsediyoruz.

2002 Dünya Kupası, 2 başarılı Trabzonspor, Bursaspor ve son olarak şimdiki Beşiktaş dönemlerindeki futbol kalitesi ve seviyesini baz aldığımızda çok rahat bir şekilde şu iddia edilebilir ki, Şenol Güneş’in 3 büyüklerle en az 4-5 tane şampiyonluğu olurdu. Ama ne acıdır ki, anca 63 yaşında bu fırsatı yakalamış oldu. Bir ama daha var burada; ne mutlu ki tırnaklarıyla, futbola dair evrensel doğrularıyla, gıdım gıdım da olsa nihayetinde bu noktada ve Beşiktaş’ın başında. Belki bu yüzdendir her konuşmasında durmadan mesaj ve felsefe dolu sözleri. Yılların birikimi bir yanda asıl olan da tutarlılığı. Bu tutarlılık duruşunda olduğu gibi, futbol tercihlerinde de net olarak vardır.

Yetenekli oyuncu ısrarı bile başlı başına yeter. Türkiye’de hiç önemsenmeyen, aslında bu alanda yeterince donanıma sahip olunmadığı ve başarılı olunamadığı için önemsenmeyen oyuncu yönetimindeki başarısı teknik direktörlük kalitesinin en iyi göstergelerinden. Bunlarla aynı doğrultudaki oyuncular üzerindeki gelişimi onu özel yapan bir diğer temel özelliği. Durmadan transfer bekleyen ve isteyenlere fark attığı bir alandır bu. Sonuç ve rakip kim olursa olsun, güzel ve hücum futbol tercihi ve ısrarıysa büyük saygıyı hak eden bir futbol duruşudur.

Bu arada son günlerde yaşananlarla ilgili bir eleştiri konusu yapılabilir Şenol Güneş açısından. O da şu; girdiği şampiyonluk yarışında bu gerginlikler kendisine ve takıma yol-su-elektrik olarak dönme ihtimalinin göz ardı etmesi. Söylediklerinin tamamında haklı olabilir belki ya da haklı olmasa da ne olacak, bir kez de Şenol hoca haksız olmuş olsun, ama burada asıl mesele Türk futbol ortamında farklı sonuçlar verebilir bu gerginlikler. Nihayetinde, ligin kritik ve final haftalarında baskı ve o baskıyla baş etme becerisi başarıyı getiren önemli etkenlerden. Daha da artacak olan gergin ortamın yanı sıra yıpranarak bu sürece girmek hem kendisine hem de takımına daha fazla zarar verebilir.

Not: Bu yazı 3 Temmuz sürecinin öncesi, sonrası, içi, dışı, etrafıyla yani tüm boyutları dışında tutularak yazılmıştır. 
*12 Kasım 2015'te Akşam Gazetesinde yayımlanmıştır.
**http://www.aksam.com.tr/futbol/don-kisot-senol-gunes/haber-460673


7 Kasım 2015 Cumartesi

Quaresma meselesi!*

Buradaki mesele vakadan ziyade sorun olan bir mesele söz konusu. Ama sadece Beşiktaş için yeni olan bir durum değildir, kariyeri boyunca da Ricardo Quaresma’nın mütemmim cüz’ü halindedir bu. Ancak şunu da iyi ayırmak gerekir ki; Quaresma’nın problem hali saha dışı, disiplin, kişilik özellikleriyle ilgili değildir, baştan sona saha içi ve performans yetersizliğidir. Kasımpaşa maçındaki el-kol hareketleri ve agresif hali çok abartılacak bir sıkıntı değildir. Asıl Quaresma’daki mesele futbol doğrularından uzak performansı ve saha için tercihleri.

Doğal ve ham yetenekleri bu kadar gelişkin ama bunların aksine bir o kadar da az üretken futbolcu tipi her daim dert olur takıma, teknik heyete. Yetenekleri itibarıyla hep bir ümit barındırır, “ha şimdi olur mu, acaba bu defa yapar mı?” diye. Zaman zaman da yapar bunu, Anatlayspor ve Çaykur Rizespor maçlarında olduğu gibi. Ama bu kadar işte, sonrası yok. Bu bir kariyer özetidir. Birkaç maç takımın yetenekli bir parçası olarak etki eder, sonra halı sahada bile sırıtacak işler yapar. Bir türlü sezonlara yayamadı ve bu seviyede yeteneklerinin karşılığına denk düşen kariyeri olmadı. “Jose Mourinho bile ondan yararlanamadı!” klişesi çok da haksız değil. 

Bu sezon tekrar transfer edilmesi kadro yapılanması ve mühendisliği açısından büyük bir hata olmasının yanı sıra, Şenol Güneş gibi oyuncu yönetimi konusunda üst seviye olan bir teknik adamın olması da bu durumun şansı. 11 oynattığında bazen devrede çıkardı, bazen de sonradan yararlanmayı düşündü. Ama net olarak verimiyle doğru orantılı hareket etti Şenol Güneş. Takımın yetenekli ve üretken bir parçası olarak sahadaysa süre aldı, onun dışına çıktığı anda da kenara geldi. Yani sezon başında geldiğindeki, “kurtarıcı, süper yıldız” haline bürünmesiyle doğru orantılı oldu sahadaki dakikaları. O ruh haline büründüğünde sahada basit ve normal, dolayısıyla da tek bir girişimi futbol doğrularıyla uyumlu değildi. Oyun ve futbol zekasına dair tek bir pırıltı görünmez oluyor o anlarda. Yanındakine bile trivela ile pas verir oluyor. 

2 senede bir tane atacak diye de durmadan trivela denemelerinden de gına gelmedi değil yani! 3 yılı aşkın süredir takım hali olgunlaşmakta ve futbolu gelişmekte olan Beşiktaş’ın böyle bir futbolcuya ihtiyacı yok tabi ki. İhtiyaçtan öte takıma zarar verir. Ama artık bu durumu çok zorlamanın alemi de yok tabi ki; çünkü taraftar ve camia üzerinde Quaresma’nın “yıldız algısı” güçlü. Yani bir kenara da atılacak hali yok. Çoktan anlaşılmıştır ki sezon da, Ricardo Quaresma’nın kariyeri de böyle devam edecek. Burada asıl önemli olan bu sorunu takımın üzerine çıkartmadan yönetmek ve eğer mümkün olursa da verim almak. Bunu da en iyi yapabilecekler arasında ilk sıraya yazılacak isim Şenol Güneş elbette ki. Bunun için epey de çaba sarf ettiği ortada. Ama her haliyle zor ve bıçak sırtı bir mesele. 
*05.11.2015'te Akşam Gazetesinde yayımlanmıştır. 

30 Ekim 2015 Cuma

Pereira artık karar vermeli!*

Evet, gerçekten öyle, artık bir karar vermeli aksi durumda hem kendisi hem de takımı için kum saati işlemeye başlayacak, belki de başladı bile. Ajax maçı ve Galatasaray maçının ilk yarısında biraz da olsa olumlu işler vardı sahada. Ama artık rakibinin öneminin kalmadığı noktada Pereira. Süper Lig ya da UEFA Avrupa Ligi, Osmanlıspor ya da Ajax meselesini geçti Fenerbahçe’deki durum. Elbette ki, Türk futbol tarihinin en büyük transfer harekatını yapmış bir takıma karşı sabırsızlık etmemek lazım, muhakkak ki takım olmak süreç ve zaman isteyen bir şeydir. Ancak belli bir anlayışın, planın, teknik adam tercihinin, kararlılığının ve gidişatının olması gerekiyor ki takımın mesafe alması için zaman ve sabır faktörünün önemi olsun. Sorun da tam bu noktada zaten. Vitor Pereira ne kadro, ne teknik/taktik ve oyun anlayışında bir karar verebilmiş değil.

Fenerbahçe nasıl oynayacak? Takımın ideal 11’i olmasa da en azından temel bir iskeleti kimlerden oluşacak? Direkt sonuca giden bir takım mı, topa sahip olan ve pasa dayalı bir takım mı, defansif mi ya da ilk geldiğinde kendisinden yola çıkılarak yapılan benzetmeyle “çılgın ve hücumcu” bir takım mı olacak? Bu basit soruların hiç birinin net bir yanıtı yok Fenerbahçe’de. 28 Temmuzdan beri 16 tane resmi maç oynamış ve 2 milli ara geçirmiş bir takım bu nihayetinde. Teknik adam karar ve tercihlerini görmek açısından, en azından niyetini anlamak ve görmek bakımından az da zaman sayılmaz 3 aya yakın geçen süre.

Kadro, diziliş ve kabaca oyun felsefesinde defalarca değişikliğe gitti Pereira. 2-3 maçta mı oturmasını bekliyordu tercihlerinin ya da bu kadar kolay mı vazgeçebiliyor tercihlerinden? Her iki durumda da sorun büyük. Buna baskının artması ve istenen futbolun gelmemesi karşısında bunlarla baş etmekte zorlanması da eklenebilir. Sezon başındaki “süper özgüvenli, şakacı, renkli, çılgın” futbol adamından eser yok. Şimdi kendi antrenman metotlarını öven, kendisinin aslında ne kadar iyi bir teknik direktör olduğunu anlatan, neşeden uzak ve endişeli bir teknik adam var. Ayrıca oyuncu gurubunu yönetmede, özellikle de yıldız (Robin van Persie krizi baştan sona oyuncu yönetimi eksikliğidir) yönetiminde sıkıntılar yaşaması, daha doğrusu bunlarda bocalaması da eklenince işin içinden çıkılmaz bir hal alıyor durum.

Yani kısaca; Vitor Pereira’nın önünde takımına dair temel ve önemli pek çok konuda kendi futbol değerleri ve doğruları yönünde vermesi gereken kararlar, yapması gereken tercihler var. Daha da önemlisi bu karar ve tercihlerinde ısrar etmesi gerekliliğidir. Ve tabi ki bu karar ve tercihlerinin Fenerbahçe kadro yapısı, Türkiye ve Avrupa Ligi’ne göre doğru ve iyi sonuç veren olması gerekiyor. Yoksa kendisi artık geri dönülmez bir biçimde tartışılmaya başlanacağı gibi Fenerbahçe’nin yarısı değişen bu kadronun takım halini alması gittikçe zorlaşacak ve kaosa doğru bir gidişat uzak bir ihtimal olmaktan çıkacak.
* 29 Ekim 2015'te Akşam Gazetesinde Yayımlanmıştır.

24 Ekim 2015 Cumartesi

ADANA'DA DERBİ ZAMANI!*

Türk futbolunun en özel rekabetlerinden… Derbi gibi derbi! Şehirse şehir, rekabetse rekabet!

“Küme düşeceksek de onların üstünde küme düşelim” sözü şiardır kötü günde. Şehrin asi çocukları, “Adana, Demirsporludur” derken, turuncular da, “Siz hepiniz bir, biz Adanaspor” sloganıyla meydan okur. Alayınadır yani aynı stadın iki paydaşı. Cezası da, olayı da, eğlencesi de, tutkusu da, coşkusu da hiç eksik olmaz.

54’üncü maç öncesi de değişen çok fazla bir şey yok. Ev sahibi Demirspor’da yeni statüsüyle tribün cezası var mesela. Turuncular’da ise sakat ve cezalılar. Stoperler Yiğitcan ve Merthan sakat, Emre Uğur ise cezalı Adanaspor’da. İki camianın taraftar gruplarınca birkaç yıldır dile getirilen, “Derbiler yarı yarıya oynansın” talebi TFF tarafından henüz olumlu karşılanmadı ama taraftar grupların ısrarı bundan sonra sürecek gibi.

Derbi öncesi genelin aksine dostluk havaları esiyor. Hem teknik direktörler hem de başkanlar bir araya gelip imza törenlerini aratmayan pozlar verdiler. İki takım da 9’uncu haftaya 11 puanla girdi. Ama iki takım da son maçlarını kaybetti. Demirspor şampiyonluk yarışındaki rakiplerinden Elazığspor’a son dakikada kaybetti. Adanaspor ise evinde Altınordu’ya mağlup oldu. Ancak iki takımın da sezon başı beklentileri, harcanan bütçeler, oluşturulan kadrolar itibarıyla hedef farklılığı söz konusu.

Adanaspor cephesi
Adanaspor yönetimi son yıllarda her hoca ayrılışında imdadına yetişen ve camianın çok sevdiği Eyüp Arın’a nihayet güvendi ve sezon başı takımı emanet etti. Nispeten genç ve dengeli kadrosuyla 8 maç itibarıyla beklentilerine daha yakın bir takım görüntüsü verdi Adanaspor. Tabii ki Demirspor derbisinde eksik yoktur, puan cetvelindeki sıralama önemli değildir. Ancak eksiklerinin yerini doldurması kolay değil. Buna rağmen derbi kaybetmenin ötesinde (ki az buz bir şey de değildir) hedef ve puan olarak çok büyük kayıp olmayacak Turuncular için maç. Yani kafa olarak daha rahat taraf.

Adana Demirspor cephesi
Demirspor cephesinde ise işler son 4 maçtır kötü. Geçen yıl kaçan Süper Lig’in ardından bu sezon daha da iddialı bir kadro kuruldu ve son yılların en önemli hedef ve başarmış hocası olan Osman Özköylü geldi takımın başına. Ve lige harika başladı Maviler. Yeni ve iddialı kadro 4 maçta 10 topladı. Ancak sonraki 4 haftada hem de Gaziantep Büyükşehir Belediyespor, Kardemir Karabükspor ve Elazığspor’a karşı kaybetti. Taraftar fazlasıyla sabırsızlanmaya başladı. Güçlü kadronun yeriyle ilgili memnuniyetsizlik hat safhada. Haksız da değiller. Pote, Burak Çalık, Attamah, Özgürcan Özcan, Anıl Taşdemir, Emin Aladağ, Oğuz Dağlaroğlu, Şenol Can ve diğerlerinin olduğu kadro ligin en kalitelilerinden biri ve takımın hedefi mutlak Süper Lig. Böyle olunca da bu maç derbinin de ötesinde bir önemde Demirspor için. Yani Demirspor için şu net olarak söylenebilir ki, derbi öncesiyle derbi sonrası aynı olmaz. Bu olumlu da olumsuz olarak da yorumlanabilir. Özetle Adana Demirspor için mecburi bir kırılma maçı halini aldı derbi. Aynı zamanda çıkış maçı da olabilir tabi ki.
Bir tarafın sıkıntılı haftalarına rağmen hedefi ve kaliteli kadrosu avantajı sayılabilir, diğer tarafın ise dengeli ve nispeten baskıdan daha uzak hali lehine gibi gözüküyor. Bakalım 60 yılı geride bırak bu ezeli ve özel rekabette yeni sayfa nasıl yazılacak.
Yaşasın Adana Derbisi!

23 Ekim 2015 Cuma

Şimdi jenerasyon zamanı!*

Elemelerin ilk dört maçı futbol önceliğinden uzak, çoğunlukla ve genellikle olduğu gibi gergin bir ortamda, Fatih Terim’in sözleşme detaylarından yarışmacı mı yetiştirici mi olacağına, Galatasaray’dan ayrılışından futbol direktörlüğüne kadar pek çok tartışma malzemesinin odağında ve sadece 4 puanla geçildi. Buna Gökhan-Hakan-Ömer gibi yönetilmesi zor bir sorun da eklenince maçlardan ziyade gündem, 90 dakikanın öncesi ve sonrasında belirlendi. Gerginlik ve kötü bir öteki(ler) her daim Terim’in sevdiği ortamı verse de bu kez ters tepti, tutmadı. Ne 90 ve sonrası doğumlu yeni nesil gençler buna cevap verdi ne karizması ne de motivasyon mevhumu işe yaradı. 

Mart 2015 ile birlikte gerginlik yine vardı tabi ki, zira Fatih Terim’in futbol felsefesinin mütemmim cüz’lerinden biri bu gerginlik, ama bu kez futbol ve futbola dair değerler kendine yer bulmaya başladı. Sahaya ufak ufak da olsa yansımalar Hollanda maçıyla görülmeye başlandı. Takım kımıldamaya başladı. Çünkü Terim’in elinde Süper Lig’in kalitesinden bağımsız ve üstte bir oyuncu grubu var. Önceki gece İzlanda maçından sonra sık sık lafını ettiği jenerasyon konusunda bu kez haklı. Evet, potansiyeli azımsanmayacak bir jenerasyon net olarak kendini gösteriyor. Arda’dan Caner’e, Töre’den Çalhanoğlu’na, Ozan’dan Oğuzhan’a, Selçuk’tan Balta’ya, Serdar’dan Şener’e, Burak’tan kadroda çok düşünülmeyen Muhammed Demir’e (ki bu hücum hattını tamamlayacak açık ara en ideal oyuncu olabilir) kadar bir kısmı olgunlaşmış, bir kısmı olgunlaşmakta, bir kısmı da henüz ham potansiyel halinde olan ciddi bir oyuncu grubu var. Bu listeye pek çokları da kolaylıkla ve haklı bir şekilde eklenebilir. 

Şimdi EURO 2016’ya 8 aydan fazla var. Az buz bir zaman değil. Oyun ve takım olgunluğu, kadro ve futbol kalitesi için epey yol alınabilir. Tabi ayakları yere sağlam basan, kadronun futbol potansiyelinin seviyesini de çok abartmadan... Nihayetinde bir turnuva ve 2 eleme grubu (olursa yine turnuva) belki de EURO 2020 elemelerini oynayabilecek isimler bunlar, en azından önemli bir kısmı olacak. Dolayısıyla bunun farkında olarak ve bir jenerasyon, hiç olmadı 2008’deki gibi mini jenerasyon oluşturmanın asgari koşullarını yerine getirmek gerekiyor.

Söylemde, mart ayı maçlarından bu yana da uygulamada Fatih Terim bunun farkında ve kararlı görünüyor. Ancak son 6 maçtaki 14 puanı küçümsemeden söylemek lazım ki; 70’lerden bu yana görülmüş en kötü Hollanda’yı geçmiş ve gruptan çıkmayı garantilemiş Çek ve İzlanda takımlarını yenmiş olmak aldatıcı olabilir. Mevcut oyun gücü, kalite ve seviyesi EURO 2016’ya asla yetmeyeceği de ortada. Ama yol alınmaya başladığını kabul etmek lazım. “Jenerasyonu bulmadık, biz seçtik” dedi Terim her zamanki mütemmim cüz haliyle. Haklı olabilir. Gerçi bu oyunculardan başka kimi seçebilirdi ki, hepsi ayan beyan ortada, takımlarında oynayan ve çoğu formda. Ama hakkını da teslim etmek gerekir ki; bu oyuncuları milli takımda bir jenerasyon haline getirmek konusunda başarı sağlanırsa da en büyük pay elbette ki teknik heyet ve kendisinin olacak. 
*22 Ekim 2015'te Akşam Gazetesinde Yayımlanmıştır.

9 Ekim 2015 Cuma

İyi ki hakemler var!*

Elbette ki hakem güzellemesi yapma niyeti taşımıyor bu yazı ama evet, aynen öyle; iyi ki hakemler var. İyi ki varlar ki Türk futbolunun tek suçlusu, her daim en kolay günah keçisi, kötü oynayan takımların en kolay bahanesi, futbolcuların yetersizliklerini, beceriksizliklerini bir çırpıda örten, teknik adamların kusurlarına en büyük mazereti veren, yönetim başarısızlığının 1 numaraları sebebi oldular. Futbol programlarının “en kıymetli reyting malzemesi”, gazetelerin en çok tiraj yaptıranları olmaları da cabası. Ya eskaza iyi maçlar yönetseler, Türk futbolunda “kralın çıplaklığı” asla örtülemez, gizlenemez o zaman. Ama şimdilik durum kulüpler açısından harika; hakemler var oldukça her daim hedefte onlar olacak. Ama yazının ilk cümlesini tekrar etmekte fayda var; bir hakem güzellemesi değil bu yazı.

Futbolu hakemler üzerinden açıklama derdi de barındırmıyor. Ancak hakemler etrafında dönen bir futbol dünyası da anlaşılır değil, hadi anlaşılır olsa da (yukarıda sayılan kurtarıcı sebeplerden ötürü) kabul edilebilir değil asla. İşin bir tarafı bu. Öteki tarafıysa Türkiye’de hakemlerin nitelik olarak yetersiz, maç yönetimlerinin kötü, kararlarının standarttan uzak ve tutarsız olduğu şüphe götürmez bir gerçek olduğudur. Net olarak hakemlerin durumu bu. Peki, ruhen, zihnen ve bedenen tam anlamıyla sağlıklı bir insan Türkiye’de iyi hakemlik yapma, başarılı maçlar yönetme ihtimali var mı? Asla yok, ihtimal dahilinde bile değil! Kısa süreliğine, kariyerinin başlangıcında ve Türk futbol dünyasının “kurallarını” öğrenene kadar, piyasa şartlarına ayak uydurmadan var olamayacağını anlayana kadar (o da eyyam oluyor zaten) becerisi çerçevesinde yönetebilir, o da bir nebze. Daha sonra zaten sağlıklı karar alma yetisi varsa bile ortadan kalkar ve nasıl daha az “büyüklerle” başını derde sokmadan düdük çalabileceğinin hesabına (bilinçli ya da bilinçsiz) girer.

Nihayetinde İstanbul takımlarının üzerine bulut gelmeden Anadolu takımlarına yağmur yağmaz. Her açıdan Türk futbolunun en kısa özetidir bu cümle. Bunu da kısa sürede içselleştirir genç hakemler. Hakemlerin kötü olmasında ve iyi maç yönetememesinde bir diğer etken de fundamental mesleki yetersizlikleri. Yani futbolla ilgili temas noksanlıkları. Hemen hemen hiçbirinin amatör bile olsa bir futbol geçmişleri yok. Muhtemelen arkadaşları futbol oynarken de burun kıvıranlardan olmuşlardır hakemlikten önce. Ya da amatör düzeyde bile oynayacak istekten, futbol sevgisinden ve daha da önemlisi asgari futbol yeteneklerinden yoksunlar. Bazen maç bitimi ya da devre aralarında 3 metreye yalandan pas vermeye kalktıklarında bile ayaklarının topa hiç mi hiç yakışmadığını görmek mümkün. Buna baskı ve onunla baş edememe eklenince hakemliklerinde tam anlamıyla bir karmaşa çıkıyor ortaya.

Vak’a olarak Türkiye’de hakemlerin durumu buyken, yine de aslolan yazının baş kısmıdır. Yani iyi ki hakemler var ve iyi ki yetersizler ve kötü maç yönetiyorlar. Bu çelişkili durum kulüplerin, yönetimlerin, teknik heyetlerin, futbolcuların hatta ve hatta medyanın da kurtarıcısı durumunda. İyi maç yönetilmesi, hata yapılmaması, hata olacaksa da en azından aleyhine olmasın dileği özünde istenen bir şey değildir. Samimi olamaz daha doğru. Yoksa herkes kendine bakmak durumda kalacak ve hiç parlak olmayan haller pirüpak meydanda olacak. Ayrıca Türk futbolunun sadece içinde bulunduğu değil, geçmişinden bugüne kadarki kalitesi, seviyesi ve gelişimden bağımsız bir hakemlik başarısı beklemek hiç adil değil. Yani kabaca, “futbolumuz neyse hakemlerimiz de odur” demek abartı sayılmaz.

Sağ bek ne kadar hata yapıyorsa hakem de o kadar yapıyor, kaleci ne kadar basit gol yiyorsa hakem de o kadar sonuca doğrudan etki ediyor, forvet ne kadar basit görünen pozisyonları kaçırıyorsa hakem de gözünün önündekini atlıyor, orta saha oyuncusu uluslararası standarttan ne kadar uzaksa hakemin de kararlarındaki tutarsızlık o kadardır! Ne bir eksik, ne bir fazla. İsteyen oturup sayabilir, kıyaslayabilir. Genelleme böyledir, bireysel ya da dönemsel olarak yakalanan başarılar ister takım, ister futbolcu, isterse de hakem olsun elbette ki istisnaidir. Yani durum biraz deve misali, “nerem doğru ki” noktasına kadar geldi belki ama öyle. Futbol bir bütündür, totaldir. Arabeskvari söylemek gerekirse de oraya çıkıyor yine; yönetimler harika, taraftar profilleri enfes, genel teknik direktör seviyesi dünya çapında, futbolcu kalitesi muazzamdı da hakemler tek kötü. Öyle mi, değil tabi. Futbolumuz neyse, o dünyanın bir parçası olan hakemler de odur. Dünya standardında, evrensel futbol değerlerinde, kalite ve seyir zevki bakımından da nerede olduğumuz ister kulüp bazında isterse milli takım düzeyinde konuşmaya ise gerek yok sanırım. 
*8 Ekim 2015'te Akşam Gazetesinde Yayımlanmıştır.

7 Ekim 2015 Çarşamba

Mickael Pote: Geldiğim günden beri şehirde Adana derbisi konuşuluyor!*

Müslüman bir ülkede futbol oynamak isteyen Beninli golcü Mickael Pote, Adana Demirspor’da aradığı ortamdan da fazlasını buldu. Bayıldığı Adana kebabı da cabası!

Futbola nasıl başladın, kariyerinde nasıl bir yol izledin anlatır mısın?
11-12 yaşlarımda futbolu mahallede oynuyordum. Bu şekilde oynarken 15 yaşlarında birisi beni fark etti. Profesyonel futbol hayatıma böyle başladım.

Fransa ve Almanya’da 2. Liglerde oynadın. Bu ülkelerde üst lig fırsatın olmadı mı?
Fransa’da hali hazırda 1. Lig de oynadım. Almanya’da geçirdiğim sezonun ardından üst lig takımlarından teklif aldım ama kulübüm bırakmadı. Ayrıca sadece üst ligde olmak için üst lige gidilmez fikrini savunuyorum.

Türkiye’ye gelmeye nasıl karar verdin, kim ve ne etkili oldu?
Adana Demirspor ile görüşmeye başladığımda taraftarı ve şehri ile ne kadar büyük bir camia olduğunu gördüm. Aklımda zaten Müslüman bir ülkede oynamak hep vardı. Böylelikle buraya gelmiş oldum.

Türk futbolu ve PTT 1. Lig ile ilgili ne düşünüyorsun? Ligin zorlukları neler sana göre?
Bu lig de her takım her takımı yenebilir. Diğer yandan zor bir lig, dolayısıyla sürekli konsantre olmak zorundasınız. Ama yine de bu ligde en büyük rakibimiz kendimiziz.

Harika başladın, çabuk uyum sağladığını düşünüyor musun? Bunu bekliyor muydun?
Buraya geldiğimde zaten fiziksel olarak hazırdım. Önceki takımımda Avrupa kupası maçlarını oynuyordum. Diğer yandan bu şekilde başlamam da takım arkadaşlarımın ve elbette teknik ekibin katkısı çok büyük. Haklısınız iyi bir başlangıç yaptım ama bundan daha iyisini yapmayı umuyorum.

Geçen sezon Kıbrıs Rum Kesimi 1. Ligi’nde 17 gol attın. Bu sezon gol hedefin nedir?
Öncelikli hedefim takımımın bir üst lige çıkması. “Şu kadar gol atacağım” diye kendime bir hedef koymadım. Takımımızı bir üst lige taşımak için elimden ne geliyorsa yapacağım.

Gol krallığı konusunda iddialı mısın?
Şu an ligin başı olduğu için çok büyük farklar yok. Herkes aşağı yukarı aynı gol sayısına sahip ama dediğim gibi öncelikli hedefim takıma katkı sağlayıp takım olarak ipi göğüsleyebilmek.

Adana kebabına alıştın mı, şehre uyum sağladın mı?
Adana kebabını seviyorum. Şehre de kısa süre de uyum sağladım. Gerçekten çok şirin bir şehir.

Adana Demirspor’un çok ateşli bir taraftar topluluğu var, bununla ilgili neler söylersin?
Bu ambiyansı gerçekten seviyorum. Benim için bu çok önemli. En başta bu yüzden buraya gelmeyi istedim. Taraftarımızın da bizi her zaman, iyi günde de kötü günde de desteklemesini temenni ediyorum.

Ekim ayının sonlarına doğru Adana derbisi var? Ezeli rakibinizle oynayacaksınız? Bu rekabetle ilgili neler söyleyeceksin?
Buraya geldiğimden beri bu konuşuluyor. Ben derbileri severim. Özel maçlardır. Derbiler oynanılmaz, kazanılır.

30 yaşı geride bıraktın. Bundan sonraki kariyer hedefin nedir?
Kariyerimi güzel bir şekilde, şampiyonluklar yaşayarak bitirme hedefindeyim.

Yeni kurulan bir takımsınız. Takımı değerlendirir misin?
Bu sebeplerden dolayı biraz zamana ihtiyacımız var. Bazı şeyleri yeni bir takımla %100 ortaya koymak kolay değil. Ama taraftar grubumuzun desteği ve teknik ekibimizle bu konuda çok yol aldık. Tam anlamıyla her şeyi pratiğe dökme hususunda gelecek maçlarda iyi bir ivme yakalayacağımızı düşünüyorum.

Süper Lig hedefine ulaşabilecek misiniz?
Bu sene yola bu parolayla başladık. Hedef bir üst lige çıkmak ve tabi ki mümkün olursa da şampiyon olarak çıkmak daha da güzel olacak. Bunun kolay olmadığını biliyoruz. Ona göre de çalışmalarımıza devam ediyoruz.

Ligdeki takımlar arasında hangilerinin sizi zorlayacağını düşünüyorsun?
Bu lig de herkes herkesi yenebilir. Bizim tek rakibimiz kendimiziz.

Bir motton, parolan ya da kendine örnek aldığın bir deyim, söz var mı?

Benim hayatta örnek aldığım ve kendime sürekli söylediğim kelime elhamdülillah. Çok sayıda insan çok zor şartlar altında çalışarak çok az paralar kazanıyor. Olduğumuz yerlerin kıymetini bilmeliyiz. Allah’ın bize verdiklerine her daim şükür ve takva göstermeliyiz.
*FourFourTwo Dergisi Ekim 2015 Sayısında Yayımlanmıştır.

O ŞİMDİ NEREDE? HURŞUT MERİÇ*

(BANDIRMASPOR)

Yeteneklerine ve dikkat çeken oyun tarzına bakınca aslında Türk takımları tarafından epey geç keşfedilen bir “gurbetçi” futbolcu olduğuna şüphe yok. 2009’un başında Gençlerbirliği’ne transfer olduğunda 26 yaşındaydı. O yarım sezon az oynadı ve çok fark edilmedi. Sonraki 4 sezondaysa Al-karaların en sevilen ve iyi isimlerinden oldu. 

Biraz ele-avuca sığmayan, biraz da yaşına göre yadırganabilecek ama ona çok yakışan bir muzurluk vardı her halinde. Halı saha futbolculuğunu Süper Lig’e uyarladığı sayısız maçı ve pozisyonu oldu. Eğelendiği ve futbolun keyfini çıkardığı her halinden belliydi. 4 buçuk yıllık Başkent serüveni sonrasında hatırı sayılır bir bonservisle Rize’nin yolunu tuttu. Ama sakatlıklarla başı dertteydi ve kötü bir sezon geçirdi. 3 yıllık sözleşmesine rağmen ve biraz şaşırtıcı şekilde lig düştü.

PTT 1. Lig’de şampiyonluk yarışı veren Adana Demirspor’a transfer oldu. Toplamda 30 civarı maçta süre alsa da eski tadı ve coşkusu pek yoktu. Bu sezon başındaysa yine lig düştü. Bu kez adres 2. Lig Beyaz Grup takımlarından Bandırmaspor’du. Sezona iyi başladı ve ikinci hafta Fethiye deplasmanında golünü de attı. Artık 32 yaşında ve gözden düşmeye başlayan Süper Lig eskisi olarak futboldan beklentisini şu sözlerle anlatıyor: “Benim için artık önemli olan huzur ve futboldan zevk almak” 
*FourFourTwo Dergisi Ekim 2015 Sayısında Yayımlanmıştır.

BU ÇOCUKTA İŞ VAR: KUTAY AYDIN*

Mevki: Santrfor Yaşı: 16 Kulübü: Boluspor
Keşfedilişi
Çoğu futbol tutkunu çocuk gibi sokaklarda futbol topunun peşinde koşarak başlamış hikayesi. Mahallede de, “Bir gün büyük futbolcu olacaksın!” teşvikleriyle de Boluspor’un futbol okulunun yolunu tutmuş. Futbol okulunda kendini göstermesi çok zaman almamış ve alt yapıya alınmış. Başarılı yaş grubuyla birlikte 2 defa Türkiye finallerine katılma başarısı gösterir. U15 ile Türkiye şampiyonluğu, U16 ile de 2’nciliği yaşar. Burada gösterdiği performans ile U17 Genç Milli takımına davet edilmeye başlandı ve Ağustos sonunda St George’s Park Turnuvası’nda ilk kez forma giyer.

En önemli özellikleri
Zaman zaman kenarlarda da oynasa da tam bir tek santrfor tipi. 44 numara ayakları ve yaşının henüz 16 olduğu düşünüldüğünde 1.82’lik boyu biraz daha uzaması muhtemel. Golle arası çok iyi. Son vuruş rahatlığı ve becerisi yüksek. Pozisyon takibi, dikkati, yer alışı ve vücudunu kullanma biçimi çok etkili. Çevre kontrolünün iyi olmasının da katkısıyla etrafıyla alışverişi ve pozisyon hazırlama artısı da dikkat çekiyor.

Ne dedi?
İlk hedef olarak kendine Boluspor A Takımında forma giymeyi belirlemiş olsa da, “Bir gün İngiltere Premier Lig’de oynamak istiyorum” diyerek çıtasını yüksek tutuyor. Futbol kariyerinde de kendine şiar olarak edindiği söz Alber Camus’dan. “Hayat ve ahlak hakkında bildiğim her şeyi futboldan öğrendim”
*FourFourTwo Dergisi Ekim 2015 Sayısında Yayımlanmıştır.

6 Ekim 2015 Salı

Ambulans hakem düdüğü beklemez!*

Kırıkkale’de Bölgesel Amatör Lig’de ilginç, ilginç olduğu kadar da absürt bir olay yaşandı. BAL takımlarından Türk Metal Kırıkkalespor ile Nevşehir Gençlikspor arasında Kırıkkale Fikret Karabudak Stadı’nda oynanan karşılaşmayı tribünden takip eden futbol severler maçın 85’inci dakikasında eşine az rastlanan bir olaya şahitlik etti.

Oyun devam ederken saha kenarında bekleyen ambulans bir anda yeşil çimlere girdi ve sahayı neredeyse boydan boya geçti. Herkesin şaşkın bakışları arasında ama kendinden emin ve epey süratli bir şekilde aracını süren ambulans şoförü birkaç dakika önce sakatlanan ve kale arkasında tedavi gören konuk ekip Nevşehir Gençlikspor’un oyuncusu Cevat Özler’in yanına gitti. Cevat Özler tedavi yapılmak üzere ambulansla hastaneye götürülürken, ambulans şoförünün bu tehlikeli girişimi sahadaki sporcu ve hakemlere zarar vermeden sonuçlanması olayın tek tesellisi sayılabilir. Karşılaşma ev sahibi Türk Metal Kırıkkalespor’un 2-1’lik galibiyetiyle sonuçlanırken, Bölgesel Deplasmanlı Amatör Lig’in ilk haftasında skordan çok yaşanan “ambülans vakası” akıllarda kaldı.
*FourFourTwo Dergisi Ekim 2015 Sayısında Yayımlanmıştır. 

1461 Trabzon’dan 6 dakikada muhteşem geri dönüş*

Futbolun en güzel anlarından biridir geri dönüşler. En sık rastlananı 2-0’dan tutun da 3-0’dan, nadiren de olsa 4-0 yenik durumdan kazanılan maçlar bir başka oluyor. Lig seviyesine göre de böyle karşılaşmalar doğal olarak unutulmazlar arasına girer. PTT 1. Lig’in 5’inci haftasında da işte böyle bir karşılaşma oynandı. 1461 Trabzon, 2-0 yenik dudumdan hem de deplasmanda Karşıyaka’yı 3-2 yenmeyi başardı. “Ne var ki bunda!” diyebilirsiniz ama bu geri dönüşü farklı kılan dönüşün süresidir. PTT 1. Lig’in bordo mavilileri Necati Ateş’li, Engin Baytar’lı, Gökhan Ünal’lı Kaf-Sin-Kaf’ı 6 dakikada (yazıyla altı) attığı gollerle mağlup etti.

Ne sahadaki Karşıyakalılar, ne tribündekiler ne de televizyon başındakiler neye uğradığını anlamadan olan oldu. Halbuki her şey çok güzel başlamıştı ve sezona Süper Lig hedefiyle çok sayıda transfer yapan Karşıyaka, 42 ve 59’uncu dakikalarda bulduğu gollerle 2-0 öne geçmiş, ligdeki 2’inci galibiyetini kutlamaya hazırlanıyordu. Ama Kaf-Sin-Kaf’ın sevinci uzun sürmedi ve yeni oyuna giren Batuhan Artarslan 62’nci dakikada farkı bire indirdi. 

Daha neyin ne olduğunu anlamadan penaltı kazandı 1461 Trabzon ve 65’te Emrullah Kokoç ile eşitliği sağlandı. Bordo mavili fırtına bununla da dinmedi ve Martinik asıllı Fransız golcüsü Yoann Arquin ile durumu 3-2’ye getirdi. 1461 Trabzon takımı galibiyete 6 dakikada bulduğu gollerle uzanırken, aynı zamanda söz konusu dakikaları izleyebilen futbol severlere de kolay kolay unutamayacakları muhteşem bir geri dönüşe imza attı. 
*FourFourTwo Dergisi Ekim 2015 Sayısında Yayımlanmıştır.

25 Eylül 2015 Cuma

Pereira, Robin van Persie ve yıldız yönetimi*

Pereira ile Robin van Persie arasındaki kriz şimdilik çözülmüş gibi, en azından şimdilik ve tabi ki çıkan haberlere göre. Ama elbette ki bir anda çıkmayan sorun, bir anda da tatlıya bağlanamaz. Nihayetinde doğanın tabiatına aykırı bu. Sorunun oluşma koşulları, gerginliğin tırmanma süreci olduğu gibi iyileşme, normalleşme seyri de zaman alır. Ancak her şartta da sahanın ortasında yaşananlar kolay kolay unutulmaz, en ufak olumsuzlukta da ilk akla gelen olur. Öyle ya da böyle olan şudur ki; Pererie ile futbolcular arasında ilk aleni ve büyük kriz yaşandı. Üstelik Pereira’yı şoke eden, neye uğradığını şaşırtan gelişme en büyük yıldızla, Robin van Persie ile yaşandı. Ki Hollandalının böyle bir imajı, ona dönük bu tarz bir algı yoktu. Zaten Vitor Pereira’nın da bir anlamda dumura uğraması, donup kalması, hatta ikinci golden sonra Gökhan Gönül’ün gelip kendisini kucaklamasına kadar olayın etkisinden çıkamaması bundan.

Biraz iddialı olabilir ama bu yaşanan, net olarak bir kırılma anıdır, momentumdur Fenerbahçe teknik heyeti ve futbolcu grubu için. Bunun nasıl aşılacağı ama gerçek anlamda nasıl aşılacağı sezonun geri kalanında belirleyici olacak. Kritik zamanlarda, kötü sonuçlarda ise aşılıp aşılmadığı da anlaşılacak. Peki buraya nasıl gelinde, Robin van Persie gibi kariyerli ve tecrübeli biri neden böyle bir tepki koydu, hem de maça girmek üzereyken ve herkesin gözü önünde. Bu şu anlama gelir ki; Robin van Persie teknik heyetin kendisiyle ilgili tasarruflarından hiç mi hiç memnun değil ve fazlasıyla rahatsız. 10 resmi maçı geride bırakan Fenerbahçe’ye baktığımızda Pereira’nın bariz bir istikrarsızlığı ve kararsızlığı söz konusu. Ne sistem, ne 11, ne plan, ne de diziliş anlamda bir kararlılığı olmadı. Bu kararsızlıklar ve denemelere Robin van Persie de dahil olup, kendisi de buna konu edilince Bursaspor maçındakiler yaşandı.

Başlardaki yedek kalması fiziksel eksiliğine sayılıp geçti ancak sonraki maçlarda 60’tan sonra 4 defa (Rize, Atromitos, Kasımpaşa ve Molde) oyundan alınmasını yıldız bir oyuncunun sessizce kabul etmesini beklemek saflık olur. Ki bir yıldız için daha da ağır olan, oyundan çıktığı dakikaların çoğunda takımı üstün ve maçı kazanmış bir durumda değildi. Robin van Persie’nin bu tepkisinde sadece Bursaspor maçındaki yedek kalması tek başına etki etmemiştir elbette. Van Persie’nin mevkisiyle oynanması da yıldız oyuncu için ciddi bir rahatsızlık gerekçesi. Fernandao’nun sağı-solu-arkasında dolaşacak hali yok Robin van Persie’nin. Evet aynen öyledir, van Perie’yi getiriyorsanız aslolan kendisidir ve mutlu, verimli olacağı yerde oynar.

En uçtaki santrfor olmadığı, gol noktalarına uzak kaldığı, ona göre bir oyun şablonu ve kadro tercihi yapılmadığı sürece, 11’in değişmezi olsa da, her saniye sahada kalsa da yeni sorunlar kapıdadır. Solda oynadığı Antalyaspor maçında Nani’ye çizgiden yaptığı harika asiste aldanmasın kimse, o yeni geldiği takımın yüzü hürmetineydi. Halbuki her teknik adam bol bol transfer ve yıldız ister değil mi! Ancak bu yıldızların yönetimi ve her daim mutlu tutulmaları öyle kolay değildir. Asıl böyle durumlarda da teknik direktörün işi başlar, gittikçe zorlaşır ve gerçek kapasitesini gösterir. Oynayan ile yedek kalan dengesi, rotasyon, takım ve kadro istikrarı, sistemin ile taktiğin oturması bıçak sırtı konular. Doymuş, başarmış (bir de düşüşe geçmeye başlamış) yıldızlar işin içindeyse teknik adam için zorluk katlanır. Yani fazlasıyla maharet isteyen bir mesele ve çözülmesi gereken sorunlar, zorluklar yumağı var Vitor Pereira’nın önündü. Bu onun Fenerbahçe’deki geleceği yanı sıra teknik direktörlük kalitesi ve seviyesini görmek açısından belirleyici olacak. 
*24 Eylül 2015'te Akşam Gazetesinde Yayımlanmıştır.