29 Ocak 2014 Çarşamba

Yeterli Futbolcu Yetiştiremememizin 10 Nedeni!*


Yetenek gelişimi, yönetimi ve mevki

Futbolcunun yeteneklerinin doğru gözlenmesi ve gelişimi yönünde eğitilmesi alt yapılarda olmazsa olmazdır. Hem beklenti hem de mevki olarak özellikle küçük yaşlarda çocuk şartlandırılmamalı. Dikkatli takip edilmeli  ve alternatifler önüne konmalı. Bu yönde büyük alt yapılardaki önemli bir soruna işaret ediyor Osman Nuri Işılar. “Amatör takımlardan yetişen gençler doğal yeteneklerini sınırsızca kullanabilirken, kulüplerin altyapılarından yetişen gençler ise futbolun takım oyunu disipliniyle büyüyor. Ancak bu durumdaki oyuncular kendi hayal dünyalarındaki beceri uygulamalarını denemede katı disipline takılıyor” Osman hocanın sözünü ettiği disiplin doğru ve alternatifli mevki planlamasında da oyuncunun karşısına sık sık çıkabiliyor. Yarışmadaki başarı makbul görüldüğü durumlarda futbolcunun mevkisi genellikle sabitleniyor, oyuncunun gelişimi ve üst yapıya uygunluğu çok ihmal edilebiliyor. Alt yapıda forvet arkası hatta bazen forvet oynayan Emre Belözoğlu, anca Hagi’nin varlığı ve Fatih Terim’in kararıyla çift yönlü orta saha oyuncusuna evirildi. O pozisyonun özelliklerini A Takımda öğrendi. Farklı yönleri olmakla birlikte bir benzeri yaş grubunun en iyi santrforu Ömer Ateş’in de başına geldi. Levent Eriş ani bir kararla 1. Lig’de Ömer’i sol bek yapar. “Türkiye’deki koşullarda santrfor için uygun değilmişim, keşke daha önce sol beke geçseydim” derken Ömer, Levent hocasına teşekkür ediyor, alt yapı yıllarına da biraz hayıflanıyor. Radikal mevki değişikliği de bir dönem Galatasaray’da oynayan İBB’nin golcüsü Mehmet Batdal’ın başından geçmiş. 18 yaşına kadar defans oyuncusu olan Mehmet Batdal genç takım hocasını forvet oynama ısrarıyla bıktırınca, “hadi çık oyna da bakalım santrforda ne yapacaksın” sitemiyle de olsa golcülüğe geçiş yapmış. “Halı sahada, okulda bazen ısrar ede ede antrenmanlarda forvet oynardım. Bir maçta sonradan santrfor olarak girdim ve 2 gol attım. Son 6 maçtı ve toplam 11 gol attım. O goller sayesinde A Takıma çıktım, profesyonel oldum, hem de santrfor olarak” Küçük yaşta bile olsa oyuncunun isteklerinin, tercihlerinin dikkate alınması gerektiğini kendi hikayesinden anlatan Mehmet Batdal, o gün o maçta oyuna girerken başka ilginç bir hikayeye vesile olmuş aynı zamanda. Mehmet oyuna girince forvetten stopere kayan arkadaşı Hüseyin Akmaz da mevkisinden olmuş. Hüseyin halen 2. Lig Kırmızı Grup’ta Bayrampaşaspor’da stoper oynamaya devam ediyor. 

Üst yapıya geçiş süreci

En fazla oyuncu kaybının yaşandığı ve aşılmakta zorlanılan kritik süreç. Bir yandan futbolun yaşıtlarla olan dönemi sona eriyor ve kendisinden olgun futbolcularla yüzleşme aşaması başlıyor diğer yandan da genç bir insan olarak büyüklerin dünyasına adım atılıyor. Çok dikkatli olunması gereken aşama. Çoğunlukla genç oyuncu o sıçramayı yapacak fırsatı bile bulamıyor. Osman Nuri Işılar futbolun endüstriyel gerçekçiliğine işaret ediyor. “Ekonomik büyüme ile doğru orantılı toplum futbola her gün daha fazla ilgi duyuyor. Bu durumda kurumlar risk üstlenme oranını “0” çizgisine indirgeyerek kaybetmeyi hiç arzu etmiyor. Bu acımasız mücadele içerisinde her kurum en iyi, en kuvvetli, en yetenekli elemanlarla kadrolaşarak mücadelede daha üstte olmaya çalışıyorlar. Bu sonuçla genç ve hata yapma oranı yüksek bireyler kendilerine üst katmanlarda yer bulmakta çok zorlanıyor ya da üstün genetik özelliklerle donanmış doğanın imkânlarıyla yer bulan az sayıda genç yıldız adayı oynayabilmekte” Selçuk İnan, Mehmet Topal, Caner Erkin, Ferhat Kiraz, Yusuf Erdoğan ve Okay Yokuşlu gibi oyuncuların uzun süredir menajerliğini yapan Batur Altıparmak A Takıma yükselmede genç futbolcuların maç oynama sorununu çok önemsiyor. “Geçiş sürecinde büyük sorunlarla karşılaşabiliyoruz. Genç oyuncular doğru yönlendirilmeli. Her açıdan profesyonelliğe hazırlanmalı. 16 ile 21 yaş arasında üst seviye maç oynama imkanı olmuyor. A Takıma geçişte maç temposu çok önemli. A2 asla bunu karşılayan bir lig değil. A2’de oynayacaklarına alt liglere gidip oynamaları daha yararlı” Zira üst seviyede maça çıkmak oyuncunun gelişimini yarışmacı futbolcu yönüne doğru evirilmesinde hayati önemde rol oynuyor. Bursaspor’da forma giyen Ferhat Kiraz buna örnek. Gençlerbirliği’nde pek forma bulamıyordu, Karşıyaka’ya transfer oldu ve kendini kanıtlama fırsatı buldu. Batur Altıparmak yine Gençlerbirliği A Takımında süre almakta zorlanan genç milli oyuncusu ve önemli bir sağ bek olması beklenen 19 yaşındaki Selahattin Özcan’ın gelişimi açısından 3. Lig takımlarından Keçiörengücü’ne gitmesini tercih etti.

Antrenör

Has bel kader yapılacak bir iş değildir alt yapı hocalığı. Çok emek ister, uzun yıllar ister, bir nevi adanmışlık ister… Yani üstte A Takımda bir yardımcılık için bir araç ya da genç milli takımlarda yıllardır olageldiği gibi Süper Lig takımlarından teklif gelmesini beklerken uğranılacak bir ara istasyon değildir! Araç değil de amaç haline gelebilmesi açısından da en temel koşullardan biri elbette ki antrenörün ekonomik koşullarının yükselmesi. “Milyon dolarlık oyuncu yetiştirmesini istediğiniz antrenöre asgari ücrete çalıştıramazsınız” bilindik sözünü Sedat Gündoğdu başka açıdan ele alıyor. “Alt yapı antrenörlüğü önemli yeterlilik, donanım ve deneyim gerektiriyor. Bunun için de ekonomik koşullar iyileştirilmeli. Donanımlı birilerini alt yapıya getirmek için koşullarını sağlamalısınız” Osman Nuri Işılar ücret konusunun yanı sıra alt yapı antrenörünün eğitim farklılığına da işaret ediyor. “Genç oyuncu yetiştiren antrenörlerin profesyonel antrenör kurslarından ayrılarak pedagojik formasyonla eğitilmeli. Ayrıca altyapıların ek iş kapısı olarak görülmesinin önüne geçilmeli. Bunu da profesyonel eğitim almış antrenörleri altyapılara yerleştirerek çözebiliriz”

Yarışmacı

En çok dillendirilen sorunlardan biri. Sait Karafırtınalar’ın, “Antrenörler başarıyı yetişen oyuncuda değil, alt yapıdaki kupada görüyor” dediğini Bülent Korkmaz, “Üst yapıya oyuncu çıkartmak, oyuncu yetiştirmek temel amaç olmalı. Ama alt yapıda şampiyonluk peşinde koşuluyor” şeklinde ifade ediyor. Gelişme aşamasındaki futbolcunun temel derdinin yarışmak olması skor odaklı ve günlük sonuçlara bağlı kalmasını getiriyor. Özellikle büyük kulüplerin alt yapılarındaki futbolcuların bulundukları yaş kategorilerinde üstünlük sağlaması sonraki yıllar için da aldatıcı olabiliyor. O üstünlüğün üst yapıda da devam edeceği ve mevcudun yeterli olduğu algısı hem futbolcularda hem de onları yetiştiren hocalarında kolaylıkla oluşuyor. Gelişimin durması ve “olmuşluk” hali bir yanda A Takımlar seviyesinde büyük zorluk, diğer yanda da büyük beklentilerin beslediği derin hayal kırıklıkları getiriyor sıklıkla. Bu yüzdendir ki; Türkiye alt ligleri tutunamayan, büyük alt yapılardan çıkmış 60’ar 70’er kez genç milli takımlarda oynamış ve büyük umutlar beslenen ama bir türlü olamamış zamanın genç yıldız adaylarıyla dolu.

İstikrarsızlık

Futbol dünyasının her yerinde olan bu sorun alt yapılara da ciddi zarar veriyor. İster milli takımlarda isterse kulüplerde her gelen yeni yönetim (bazen de teknik direktör) yap-boz tahtası gibi alt yapıda düzeni başta aşağı yenilemeye girişir. Alttan oyuncu yetişmediğinden sık sık şikayet eden karar vericiler “yeniden yapılanma” sloganı ile alt yapıya müdahale etmeye pek hevesli oluyor. Uzun yıllarla sonuç alınabilecek olmasına rağmen acemice kararlarla altyapı kadroları sil baştan değiştirilerek yeni programlar hazırlanıyor. Ve böyle olunca işleyen ve ürün veren sistemli alt yapılar oluşturmak daha bir güç oluyor.

Bütçe – Mali Kaynaklar

Türk futbolunda ekonomi hızla büyürken, aynı büyüme oranı alt yapılara yansımıyor. Ligi, mali büyüklüğü ve seviyesi fark etmeksizin alt yapının üst yapının şaşasının yanındaki halleri pek çok kulüp için haber olmuştur zaman zaman. Gençlerbirliği Gençlik Geliştirme Koordinatörü Osman Nuri Işılar, federasyonun kulüplerin mali planlamasına dönük kararlar almasının gerektiğini söylüyor. “Ülke futbolunda karar merci olan federasyon öncelikle oyuncu kaynaklarını daha ciddi desteklemeli ve denetlemelidir. Bu konuda kulüplerin adım atmasını zorunlu kılacak statü değişikliği yapılmalı” Osman hocanın önerdikleri Almanya’nın 15 yıldır yaptıklarından pek farklı değil. Bilindiği üzere 90’ların sonuna doğru Almanya alt yapı planını hayata geçirdi. Bundesliga 1 ve 2’deki tüm takımlara zorunlu kıldığı ve ülke genelinde de sayısı 121’i bulan futbol akademisi kuruldu. Tam zamanlı ikişer antrenörler atandı ve 5 yıl sonunda 242 antrenöre aktarılan bütçe 15.6 milyon euroyu aştı. 2002’den 2012’ye kadar 500 milyon euronun üzerinde bir kaynak bu akademilere aktarıldı. 10 yıla yakın Bucaspor alt yapısında görev yapan Karşıyaka teknik direktörü Sait Karafırtınalar ekonomik durumu özetliyor. “Milyon dolarlık oyuncu yetiştirmesini bekliyorsun ama onu yetiştirecek adama asgari ücret veriyorsun. Büyük çelişki olan budur”

Okul – futbol – kulüp kopukluğu

Okulda beden eğitimi derslerinin haftada 1’e 2’ye indirildiği memlekette spor ve onun kültürü okullara girmekte iyice zorlanıyor. Dolayısıyla da sporun toplumda yaygınlaşması, yarışmacı olmayan çocukların sporla buluşması, sporu hayatlarının bir parçası yapma imkanı gittikçe azalıyor. Eğitim hayatı ile sporun bir arada yürütülebileceği koşullar neredeyse yok oluyor. Futbola baktığımızda da yaşı ilerleyip, antrenman, maç ve kamp temposu artan alt yapı futbolcusunun okulla bağlarının kopması kaçınılmaz oluyor. Böylece de eğitim hayatı büyük darbe alıyor. Türk futbolunun en değerli isimlerinden Tugay Kerimoğlu’nda FourFourTwo’nun bu sayısında “Bu Çocukta İş Var” dediğimiz 18’indeki Vedat Bora’ya kadar liseyi bitirmeden eğitimi hayatı sona eren yüzlerce profesyonel futbolcu yaratılmış oluyor. Memleket futbolunun en başarılı alt yapı ürünlerinden biri olan Bülent Korkmaz’ın eskinin Doğu Blok’u ülkelerinde uzun yıllar başarıyla uygulanan bir modeli andıran önerisi var. “Okul ile futbolcu ilişkisi sorunludur. Alt yapıdaki çocukların eğitim hayatından kopmadan futbol gelişimlerini sürdürebilecekleri spor okulları olmalı. Eğitim doğal olarak futbolcunun kişisel gelişimi açısından da çok önemli”
Son yıllarda özellikle büyük şehirlerdeki alt yapı futbolcularının başında başka bir dert daha var. Okul prestiji için derslerde kolaylık da sağlanarak, kulüplerle de anlaşarak gençler okul takımlarında da oynatılıyor. Mutlak başarı hedefli okullar gerek antrenman gerekse maçlarla futbolcunun üzerine fazladan yük bindiriyor ve baskı kuruyor.

Futbola başlama yaşı

Federasyon yarışmacı ligleri 14 yaşından başlatıyor. Yani 14 yaşına kadar oyuncuların yaşıtlarıyla karşılaşabileceği bir organizasyonu yok federasyonun. Kulüplerin büyük çoğunluğu da paralel bir şekilde yaş kategorilerini oluşturuyor. Bucaspor Futbol Akademisi’nin mimarlarından, şimdi de Altınordu’da bir futbol devriminin tohumlarını atan ekibin temel aktörlerinden Altınordu Genel Kaptanı Sedat Gündoğdu, Türkiye’de futbolcuların kulüplerle temaslarının geç olduğunu anlatıyor. “Kulüp olarak futbola başlama yaşını aşağı çekiyoruz ama yeterli değil. Daha da erkene çekmemiz lazım. Bu konuda federasyon ile görüşüyoruz, anlatıyoruz ama atılan bir adım olmuyor. Bizim 8 yaş grubumuz var ama sadece bizimle olmaz. Diğer takımların da olması gerekiyor ki yaşıtlarıyla oynasın çocuklar. Futbola ne kadar erken başlarsa bir çocuk, eğitimini o kadar önce tamamlar ve o kadar erken üst yapı için hazır olur. Yurt dışı turnuvalarında bunu görüyoruz. 13 yaşına gelmiş çocuklar mevkisini algılamakta sorun yaşamıyor, daha da ötesinde sistem olarak sorun yaşamıyorlar. Ama Türkiye’de 13 yaşındaki bir çocuk daha pozisyonunun mevkisel özelliklerin bilmiyor”

Metodoloji Sorunu

Alt yapı antrenörlerinin futbol eğitimi ve donanımlarının yeterliliği hayati önemde bir konuyken, eğitimcilerin müfredat eksikliği de dünya ile kıyaslandığında hep çıktı ortaya. “En önemli konu bu, Türkiye’de olmayan buydu” diyor Metin Tekin ve oyuncu yetiştirmedeki müfredat yetersizliğine vurgu yaparken. “Futbolcu eğitiminin metodunu bilmiyor alt yapıdaki antrenörler. Eğitimcinin elinde metodoloji, yani eğitim yöntemleri olmalı. UEFA’nın bir müfredatı vardır, genel olarak futbolcu eğitimi üzerine. Ama bazı noktalarda da esnekliği söz konusu, o ülke şartlarına uyarlanması için. Futbol gelişim direktörlüğü konusunda yapılacak ilk iş budur. Stat, saha, bina, okul konuları ayrı metodoloji konusu ayrıdır”

Üst yapısal sorunlar

Üst yapının alt yapıya ket vurduğu yapısal sorunlar. Çok tartışılan ve gündemde olan yabancı oyuncu sınırlamasının yarattığı çıkmaz. Yurt dışı doğumlu ve alt yapı eğitimini Türkiye’de almamış futbolcular etrafında dönüyor Süper Lig. Yerli oyuncular ise onların etrafındaki dolgu muamelesi görüyor zaman zaman. Yabancı oyuncunun serbest kalması gerektiğinde ısrar eden spor yazarı Mehmet Demirkol, alt yapıdan çıkan oyuncuların önündeki engelin sınırlamayla değil yerli oyunculara kota uygulanmasıyla aşılabileceği kanısında. “Bizde temel tartışmada sorun var, bakış açımız yanlış yerde. Yabancı sınırlaması olması bir şey düzeltmez. Halbuki yerli oyuncu zorunluluğu olmalı. Almanya gibi. Kadroda 10 ya da 12 yerli, bunlardan da 4’ü, 5’i alt yapıdan çıkmış olmasını zorunlu kılmak lazım.” Önemli bir üst yapı sorunu da alt yapı ile ilgili hem sistem hem de kadro ve oyuncu planlamasındaki büyük kopukluk. Barcelone, Ajax gibi köklü alt yapısı olan kulüplerde tüm alt yaş grupları A Takımın oyun sistemiyle eğitim görür. Hatta A Takımın pozisyon ihtiyaçlarına göre de oyuncu planlaması yapılır. Türkiye’de ise durumun çoğunlukla farklı olduğunu söyleyen Sedat Gündoğdu, pek çok yetenekli oyuncunun hatalı kadro yapılanmasından dolayı önünün tıkandığını belirtiyor. “Aşağıdan gelen oyuncuya bakmadan kadro oluşturmak, transfer yapmak çok büyük yanlış. Belki aradığınız oyuncu zaten var. Oyuncuya fırsat verip, onun futbol olarak kendini ifade edebilecek kadar zamanı verip beklemek gerekiyor. Ama Türkiye’de böyle olmuyor, gencecik futbolcular ile ilgili çok hızlı kararlar alınıyor ve kariyerleri olması gerekenden bambaşka yerlere gidiyor”
*FourFourTwo Dergisi Ocak 2014 Sayısında Yayımlanmıştır.

11 Ocak 2014 Cumartesi

PTT 1. LİG’DE İLK YARININ EN İYİ 10 GENCİ*

Kwame Karikari – Balıkesirspor
Ligin flaş takımının sürpriz yıldızı. Muhammed Reis ve Atakora Lalawele ile harika bir uyum yakaladı. Forvetin iki kenarında da çok etkili olabiliyor. İki ayağı ile top kullanabiliyor ve hem içe hem de dışa çalım atabiliyor. Çabuk ve süratli olmasının yanı sıra skora katkısı çok büyük. 16 maçta 8 gol attı. Sezon başında İsveç’in AIK Stokholmn takımından 1 yıllığına kiralandı. Bu formu ve farklı oyun tarzıyla Süper Lig takımlarının takip ettiği bir oyuncu.  


Emre Şahin – Bucaspor
Kulübün zor günlerinde fırsat bulan gençlerden. Belçika doğumlu ve geçen yıl devre arasında geldi. Bu sezon düzenli 11’de yer buluyor. Forvetin arkasında ve orta sahada oynuyor. Temel altyapısının iyi olmasıyla kendini çabuk gösterdi. Tekniği ve oyun görüşü dikkat çekiyor. Temposuyla oyunun iki yönünü de beceriyor. Ligde attığı 3 golle skor katkısı yapan orta saha tipi olduğunu gösterdi.  


Batuhan İşçiler – Bucaspor
Ligin en formda ve en iyi çıkış yapan gençlerden. 95 doğumlu ve listenin de en ufağı. Alparslan Erdem’in İBB’ye gitmesiyle 11’e girdi ve ilk 16 maçta 90 dakika sahada kaldı. Bu derece kuvvete dayalı ve sert futbolun oynandığı ligde fiziği ve mücadele gücü gelişiyor. Türkiye’nin en önemli sol beklerinden biri olma yolunda emin adımlarla ilerliyor. Oyun zekası, pozisyon bilgisi, yetenekli sol ayağı, temposu ile Avrupa standardında çift yönlü bir bek kapasitesinde.


Emre Kılınç – Boluspor
Sezon başında Galatasaray’a transferi gündeme geldiğinde dikkatleri çekti. Transfer gerçekleşmedi ama bu ona çok büyük bir özgüven verdi. Takımı düşme hattında olsa da 94 doğumlu solak iyi bir form yakaladı. İki ön kenarda da etkili olabiliyor. Topla teması iyi, adam eksiltebiliyor. Fizik ve kuvvet olarak biraz zorlansa da toptan kaçmıyor. Gole ve final paslarına yakın.


Tonia Tisdell – Ankaraspor
Mersin İdman Yurdu ile 2 sezon önce yaşadığı şampiyonluk ve 1 yıllık Süper Lig deneyimiyle listenin en tecrübelisi. Ele avuca sığmayan oyuncu tipine tam oturuyor. En temel özelliği etkili ve zorlayıcı tarzı. Takımın ofansif futbol anlayışı oyun karakterine uyuyor. Hücum bölgesinin her yerinde oynuyor. Ufak fiziğine rağmen kuvvetli yapısı, çabukluğu ve topla rakibinin üstüne giden tarzıyla defansın dengesini her an bozabiliyor. Ters çalımlarıyla da serbest vuruş ve penaltı kazandırabiliyor.   


Ozan Evrim Özenç – Tekden Denizlispor
Denizlispor’un alt yapısından yetişti. 45 kez genç milli takımlarda forma giydi. İsmail Şahmalı’nın Ankaraspor’a transfer olmasıyla 20 yaşında kaleyi aldı. 1.90’ın üstünde boyu, düzgün ve çevik bir fiziği var. Ceza sahasına hakim, yan topları ve refleksleri iyi. Yüksek özgüveni önemli artısı olmakla birlikte bazen basit goller yemesine neden olan konsantrasyon kaybına da sebep olabiliyor. Gelişime açık ve potansiyeli yüksek bir kaleci.


Umar Aminu – Samsunspor
Geçtiğimiz yaz Türkiye’de düzenlenen U20 Dünya Kupası’nda çeyrek final oynayana Nijerya milli takımıyla 4 maça çıktı 2 gol attı. Samsunspor 300 bin avro gibi lig için hatırı sayılır bir bonservis bedeliyle transfer etti onu. 95’li ve harika bir sezon geçiriyor. Santrforun etrafında ve arkasında oynuyor. Çok kuvvetli olduğundan hücumda zorlayıcı ve etkili. İlk 6 hedefindeki takımının en önemli kozlarından.


Enver Cenk Şahin – İBB
U20 Dünya Kupası’nda El Salvador’a attığı 2 golle yıldızlaştı. Milli takımlarda oynadığı maç sayısı 70’e yaklaştı. Süper Lig kadrosundaki Doka, Edin Visca, Brito Tom, Simone Zenke gibi hücum adamlarını elinde tutan takıma sezon başında girmekte zorlansa da her süre aldığında çok etkili oldu. Zorlu oyuncu grubu içinde önemli forma mücadelesi verdi ve ilk yarını sonlarına doğru 11’e girdi. Arjen Roben’i andıran tarzı ve yetenekleriyle Türkiye’nin önemli yıldız adaylarından.


Hasan Batuhan Artarslan – 1461 Trabzon
Trabzonspor’un alt yapısından yetişti ve bu sezon forma giymeye başladı. Orta sahanın ortasında oynuyor. 1.89 boyuna rağmen yüksek top tekniği ile farklı bir oyuncu olduğunu hemen gösteriyor. Geçen sezon A2’de 10 gol atması da bunu kanıtlıyor zaten. Çok kuvveti ve ikili mücadele kalitesi yüksek. Önümüzdeki sezon Mustafa Reşit Akçay’ın Trabzonspor’a düşüneceği isimlerden biri olması muhtemel.


Eray Ataseven – Manisaspor
Ligin Suat Kaya’sı benzetmesi rahatlıkla yapılabilir. Çalışkan, tempolu, tekniği iyi, pas yüzdesi yüksek ve tam bir çift yönlü orta saha. Motorik özellikleri çok iyi. Ligin en genç kadrolarından olan Manisaspor’da oyun olgunluğu yüksek isimlerden. 30 kez genç milli oldu, Ümit Milli takıma çağırılmaya başlandı.


Kriterler: 92 doğumlu ve sonrası. Önemli derecede forma giymesi ve potansiyelinden ziyade performans durumu dikkate alındı.

*FourFourTwo Dergisi Ocak 2014 sayısında yayımlanmıştır.

10 Ocak 2014 Cuma

İKON: HRİSTO STOİÇKOV*

Sinirli, öfkeli, küfürbaz, kavgacı olması onun Bulgar futbolunun en büyük yıldızı mertebesine ulaşmasına engel değildi. Rüya takımı Barcelona ve Bulgaristan formasıyla yaptıkları tüm kötü yönlerini unutturmasa da mazur gösteriyor!

“Sadece iki Mesih var; biri Barcelona’da oynuyor, diğeri cennette” 1994’te Avrupa’da yılın futbolcusu seçilirken söylediği bu cümle sadece basit bir kelime oyunundan ibaret değildi elbette ki. Zira Hristo isminin Bulgarcada Mesih’in kısaltılmasının da ötesinde kutsallığı zorlayan bir ikon oldu Stoiçkov Bulgar futbolu için. Romanya’daki Hagi sevgisini aşan, neredeyse Arjantin’deki Maradona tapınmasına yakın bir tutku... Din kurup kilise açılmadı belki Hristo için ama doğduğu köy Stoiçkovo olarak değiştirilmek istendi, imzalar toplandı. Stoiçgol adında spor gazetesi çıkartıldı yıllarca. Şampiyon Kulüpler finalinde Ronald Koeman’nın kupayı getiren frikiğinde topu stop etmesi için Bakero’ya yaptığı yarım metrelik “kutsal” dokunuş şampiyonluktan daha fazla konuşuldu ülkede. Her adımı, her söylediği doğal olarak memleket meselesi oldu. 94 Dünya Kupası’ndaki ilk maçtan önce sponsorunun verdiği ayakkabıda sorun çıkması, rastgele bir kramponla Nijerya karşısına çıkması üzerine televizyon programları yapıldı ve tabii ki 3-0’lık yenilginin nedeni sihirli solağın ayakkabısına bağlandı. Futbolunun son demlerini geçirdiği ABD’de telesekreterine, “Good morning! I’m not at home, please leave your message” şeklinde ama tane tane ve kaba Bulgar aksanıyla bıraktığı komik mesaj, ülkenin en ünlü televizyon showmanlerinden Slavi Trifonov tarafından taklit edildi defalarca, bu taklit ana haberlere konu oldu. Gerçi Fatih Terim’inkinden aşağı kalır olmayan İngilizcesi her daim malzeme olmaya devam etti sonraları da… 4-5 yıl önce Stoiçgol markasıyla gofret üretildi. Zaman zaman kızıyla birlikte popüler televizyon dizilerinde de boy gösterdi. Halen çok seviliyor ve gündemdeki yerini koruyor. Küçük bir ülkenin en büyük futbol kahramanıdır Hristo Stoiçkov.


Daha kariyerinin başında futboldan ömür boyu men edilmişti!
15 yaşında profesyonel ligde oynamaya başladı ve 18'inde Bulgaristan’ın altın jenerasyonunun mimarı olacak Dimitar Penev tarafından CSKA Sofya’ya transfer edildi. Adını ilk olarak 1985 yılındaki Levski – CSKA derbisinde duyurdu. Ama bu futboluyla olmadı. Kupa finalinde büyük kavga çıktı. Hristo da olayların baş mimarlarındandı. 94 Dünya Kupası’nda milli takımın kalesini koruyan ve şimdinin federasyon başkanı olan Borislav Mihaylov’un da aralarında olduğu pek çok futbolcu büyük cezalar alırken, Stoiçkov ömür boyu men cezasına çarptırıldı. Daha sonra cezası indirildi ve 1 sezon aradan futbola döndü. 86’da yeni bir başlangıç yapan süper genç solak, 10 yıl sürecek muhteşem çıkışına başladı. CSKA ile 2 kez gol kralı oldu ve 90 yılında Avrupa’da altın ayakkabının sahibi oldu. Kupa Galipleri Kupası’nda yarı finalde Barcelona’ya elenirken Stoiçkov, Katalanlara 3 gol attı ve Johan Cruyff’un gözüne girdi. 



Muhteşem 10 yıl!
Doğu Bloğu’nun dağılmasıyla yurt dışına transfer için 28 yaşını beklemesine gerek kalmayan Hristo, 1990 yılında futbol tarihinin en iyi takımlarından birinin parçası olmak üzere Barcelona’ya transfer oldu. Üst üste gelen 4 La Liga ve 1992 yılındaki Şampiyon Kulüpler Şampiyonluğunda takımın yıldızlarındandı. Cruyff’un 4-3-3’ünün eksik olan ideal sol forveti oldu. CSKA’da Kostadinov ve Penev ile oluşturduğu üçlü uyumu Barça’da Laudrup ve özellikle Romario’nun gelişiyle yakaladı. 1994 yılı onun için kariyerinin zirve noktası oldu. Bulgaristan ile 94 Dünya Kupası’nda yarı final oynadı, 6 golle de turnuvanın Rus Salenko ile birlikte gol kralı oldu. Avrupa’da yılın futbolcusu ödülünü alırken, Barcelona’dan takım arkadaşı ve Brezilya ile Dünya Kupasını kazanan Romario’nun arkasından da Dünyada yılın ikinci futbolcusu oldu. 4 rüya gibi sezondan sonra Barcelona’da sorunlar baş göstermeye başladı ve Şampiyon Kulüpler finalindeki 4-0 Milan yenilgisiyle ayyuka çıktı. Cruyff ile sorunlar yaşayan Stoiçkov, vasat bir sezon geçireceği Parma’ya transfer oldu ve Bulgar yıldızın duraklama dönemi başladı. 1 yıl aradan sonra Barça’ya dönse de eski tadı tuzu yoktur 30’unu geçmiş solağın. Bobby Robson döneminin ardından gelen Louis van Gaal ile tam bir kabusa döndü Barcelona günleri. 8 yıl sonra CSKA’ya dönen Stoiçkov, Suudi Arabistan’ın Al Nassr, Japonya’nın Kashiwa Reysol, ABD’nin Chicago Fire ve DC United takımlarındaki seyyahlığının ardından 2003’te 37 yaşında kariyerini noktaladı.  


O bir köpek! O bir tabanca! Hayır, o bir hançer!
Cruyff’un rüya takımının eksik olan son ve öldürücü parçasıdır tam anlamıyla… Kuvveti, yırtıcı ve bitirici futbolu en yaygın lakabını kazandırdı ona: Hançer. Eğilip bükülmeyen dimdik vücudu gibi aslında futbolu da dümdüzdür. Serttir, çabuk ve süratlidir. Patlama özelliği olağanüstüdür… Yırtıcılığı sayesinde, Türkiye’deki algıyla aslana denk düşecek “köpek” de lakaplarından biri oldu. Ani çıkışları ve patlayıcılığının etkisiyle efsane İtalyan teknik adam Arrigo Sacchi’nin benzetmesiyle de “tabanca”.



“Raket gibi bir sol ayak” yakıştırması ona cuk diye oturur. Zaman zaman yaptığı aşırtmalar ve çok ender olan ayak içi plaseleri dışında köşe filan bakmadan ayak üstüyle güm diye vurur topa. Mahallede, sokakta olsa “abanmak yok” kuralı ilk uygulanacak tiplerden yani. İyi bir frikikçi de oldu kariyeri boyunca. ABD 94’te yarı finale yükseldikleri Almanya maçındaki golü tam bir Stoiçkov klasiği frikiktir; sol ayak bölgesinden, baraj üstü, çok köşeye ve 90’a gitmeyen ama kaleciyi de kımıldatmayan ayak içi ile üstü arası yapılan plase ötesi sertçene vuruş. Sevinçleri coşkudan uzaktır, kavga eder gibidir daha çok. Bir gösteri, kendini kanıtlama, mesaj halidir onunki. Hırs ve öfke bir arada. 50’sine yaklaştıkça, futbolculuğunda pek beceremediği gülümsemeler yeni yeni belirmeye başladı yüzünde. Gençliğinde en fazla sırıtır ya da üstten ve aşağılayıcı bazen de hafife aldığını gösterircesine zor bela tebessüm ederdi anca.


Öfkelerin adamı! 
"Dandik" Real Madrid, "Ahmak" Louis van Gaal ve "Şeytan Fransız" Joel Quiniou!
Agresif ya da problemli futbolcu yetersiz kalır onu tanımlamak için. Stoiçkov’a oturan kelime öfkedir! Üzgün görmezsiniz onu pek, ama öfkeli sık sık. 1985’teki Levski maçındaki meydan muharebesinde de başrol onundu, İspanya’daki ilk El Clasico’sunda 2 aya inen 6 aylık ceza alırken de. Hakeme tükürürken de, kamera hemen hemen her yüzünü gösterdiğinde ağızından sonu gelmeyen Bulgarca küfürler döküldüğünde, Johan Cruyff ile olan sorunlarını ortaya çıkaran İspanyol gazetecilere “hepiniz aşağılık birer p..çsiniz” derken de öfke hep oradadır. Kavga etmediği, arasının bozulmadığı, sorun yaşamadığı insan az. Lafını da hiç sakınmaz tabii. Romario’dan Cruyff’a, Luboslav Penev’den Bulgaristan Başbakanlarından Boyko Borisov’a kadar peç çoklarına söyleyecek söz bulur. Söz derken de en hafifinden hakarettir o. Ama Hristo’nun hiç dinmeyen ve her konu açıldığında ilk tazeliğindeki öfkesini koruduğu 3 tane mesele var. Birincisi ve en hafifi Real Madrid düşmanlığı. İlk El Clasico’ya olaylı başlayınca gerisi de doğal olarak geldi. Real Madrid forması imza almaya gelen çocuğu “Dandik forma giyenlere imza vermiyorum” diyerek geri çevirmesi de, bir radyo programında “onlarla çalışmam mümkün değil, görünce midem bulanıyor” demesi de bilinen anekdotlar. Her El Clasico öncesi Real Madrid ile ilgili duygularını paylaştığı tahrikkar demeçler vermeyi ihmal etmiyor. 



Öfkesinin dinmediği ikinci meselesi de “futbol hayatımın en kötü dönemimin sorumlusu elbette o” dediği Louis van Gaal ile olan. Hollandalı teknik adam Hristo’nun asla kabul etmeyeceği, üstelik gururunu da epey kıracak bir şey yapar ve 31 yaşına gelmiş Stoiçkov’un mevkisini değiştirmeye kalkar. Hristo ise elbette ki sorun yaratmaktan ve kavga etmekten çekinmez böyle olunca. Yedek kalmaya da başlayınca Stoiçkov Barça’dan ayrılır ve CSKA’ya döner ama buna neden olan hocası hakkında fikirlerini paylaşmaktan da geri durmaz. “Louis van Gaal skandaldı. Oldukça aptal ve saçma bir herif. Hiçbir şey bilmiyor ve bir şeyler de öğrenmek istemiyor. O tam bir ahmaktı”
Ve Stoiçkov’un dinmek bilmeyen en büyük öfkesi “Dünya Kupamıza mal oldu” dediği İtalya – Bulgaristan yarı final maçının Fransız hakemi Joël Quiniou’ya olandır. “Dünya kupasının Brezilya ile birlikte en iyi takımıydık. Kimse bize şans vermiyordu ama bizim için hedef final oynamaktı. Finali oynamamız gerekiyordu. İtalya çok kötü bir takımdı. Fransız hakem olmasa İtalya’yı çok rahat yenerdik. FIFA Brezilya – İtalya finalinin olmasını istedi”
Her sorulduğunda hakaret üstüne hakaret yağdırdığı Quiniou’yu, vermediği penaltılar ve taraflı yönetimiyle Fransa’nın Dünya Kupası’na gidememesinin intikamını aldığı yönünde suçladı. İtalya maçından 8 ay önce Paris’te Parc des Princes’te tarihi ve dramatik maçta Bulgaristan son dakikada Emil Kostadinov’un attığı golle Fransa’yı 2-1 yendi ve Dünya Kupasına katılma hakkını aldı. Beraberliğin yettiği Fransa ise evinde kaldı. Kostadinov’un golünden sonra maçı anlatan Bulgar spiker “Tanrı bugün Bulgar” diye bağırması İtalya yenilgisinden sonra hatırlatıldığında Stoiçkov, futbol literatürüne giren bir cevap verir. “Evet, Tanrı bugün Bulgar’dı. Ama hakem Fransız’dı” 



Büyük futbolcu kötü teknik direktör teorisi!
Futbolculuktan sonra fazla zaman kaybetmeden teknik adamlığa adım attı. Maradona ve Hagi gibi onun için de milli takım kapıları sonuna kadar açıktı. 3 yıla yakın süren, epey de olaylı milli takım teknik direktörlük deneyimi başarısız geçti. Hakeme küfürden ceza aldı, oyuncularla sorunlar yaşadı, hatta takım kaptanı Stilyan Petrov onun yüzünden milli takımı bıraktı. 2007’de ayrıldığı milli takım dönemi için başarısızlığı asla kendisinde görmedi ve hiç sözünü esirgemeden oyuncularını suçladı. “Sorun bende değildi. 2-3 tanesi dışında benim iyi oyuncum yoktu. Aynı müzikte olduğu gibi, eğer iyi enstrümanınız yoksa iyi melodi çıkaramazsınız”
Daha sonra kısa dönemlerle İspanya ikinci liginde Celta Vigo, Vietman Milli takımı, Rusya Ligi’nde Rostov’da görev yaptı. 2 sezonu aşkın süre Güneş Afrika’nın Mamelodi Sundowns takımın çalıştırdıktan sonra ülkesinde Litex Lovech’in başına geçti. Litex’te olduğu 2011-2012 sezonda, biraz da “yüzü hürmetine” Bulgaristan’da yılın teknik direktörü seçilmiş olsa da genel olarak kulübede beklentinin altında kaldı ve başarısız oldu. Tuttuğu takım ve çocukluk hayali olan Botev Plovdiv’de oynayamadı ama teknik adam olarak 2 aylık kısa bir deneyim yaşadı. Geçtiğim yaz döneminde CSKA Sofya’nın başına geçti ama sadece 23 gün takımın başında kaldı. Ekonomik sorunlar yaşayan kulüp UEFA Avrupa Ligi’ne de alınmayınca Hristo, CSKA’dan ayrıldı. Futbolu bıraktığı günden beri sık sık gündeme gelen federasyon başkanlığı için adı tekrar geçmeye başladı.


Tanrı gibi oynadı, Tanrı gibi yaşadı ama her zaman şeytan gibi savaştı!
Kariyeri, çizdiği profil ve hatta trafik kazası sonucu vefatıyla da Bulgaristan’ın Metin Oktay’ı denebilecek olan Georgi Asparuhov, Stoiçkov öncesi en büyük Bulgar futbolcu olarak kabul ediliyordu. Ancak 80’lerin ortasıyla birlikte futbol dünyasında kendini gösteren Stoiçkov, ülkesinin tartışmasız en büyük futbol yıldızı oldu. 300’ü yakın gol attı. Avrupa gol krallığı, Avrupa’da yılın futbolcusu, Dünya Kupası ve Kupa Galipleri Kupası gol krallıkları gibi bireysel başarılara ulaştı. CSKA ile 3 lig, 4 kupa; Barcelona ile 5 lig, 1 Kral Kupası, 3 İspanya Süper Kupası, 1 Şampiyon Kulüpler, 2 Avrupa Süper Kupası ve 1 UEFA Kupası şampiyonlukları ve tabii ki milli takımla birlikte 94 Dünya Kupası’ndaki yarı final… Başarılarla dolu olduğu gibi fırtınalı kariyeriyle de gündemden hiç düşmedi. Kırmızı kartları, kavgaları, tartışmaları, demeçleri de onu sıra dışı kılan yönlerinden oldu. İlk yıllarından beri Bulgaristan’da kendisine yöneltilen sokak futbolcusu, sokak dövüşçüsü gibi ithamları hiç önemsemedi. Ne sahada yumruk yumruğa dövüşmekten kaçtı, ne de taktik disiplin içine sıkışıp en büyük artısı olan sokak futbolundan vazgeçti. 94’te ABD dönüşü ülkede kahramanlar gibi karşılanırken, ne basına ne de taraftarlara işi vardı. O ilk olarak, onu büyüten köydeki dedesi ve ninesiyle kucaklaştı, onlarla birlikte uzun uzun poz verdi. Bildiğini okudu her zaman, günahlarıyla da sevaplarıyla barışıktı daima. Başarılar ve yıllar olumlu – olumsuz onu hiç değiştir(e)medi. Sıkça söylenen bir söz Hristo Stoiçkov’a pek oturuyor: “Tanrı gibi oynadı, Tanrı gibi yaşadı ama her zaman şeytan gibi savaştı.” 

   

CSKA Sofya 88-89
Bulgar ekibinin 1988-1989 kadrosu da bir efaseniydi!
Bulgar futbolunun en iyi kulüp kadrosu… 94 Dünya Kupası’nda yarı final oynayan altın jenerasyonunun temel iskeleti… Dağılmak üzere olan Doğu Bloğu’nun Kızıl Yıldız ve Steaua Bükreş ile birlikte son yıllarındaki en önemli Balkanlar temsilcisi. Trifon İvanov, Emil Kostadinov, Luboslav Penev ve Hristo Stoiçkov gibi genç isimlerin yıldızlaştığı kadronun başında ise Bulgaristan 94’ün de teknik direktörü olan efsane futbol adamı Dimitar Penev. 85-91 arasında 3 Lig, 4 Kupa ve 1 Süper Kupa zaferiyle Bulgar futbolunu kasıp kavuran kadronun zirve sezonu oldu 88-89. Bulgaristan’ın kuzey komşusunda Steaua Bükreş fırtınası eserken Gheorghe Hagili Steaua, Şampiyon Kulüpler Kupası’nda 3 yıl aradan sonra tekrar finale yürüdü ama bu kez Milan’a kaybetti. Aynı sezon Stoiçkovlu, Penevli, Kostadinovlu öldürücü hücum hattıyla CSKA, Kupa 2’de harika bir performans ortaya koydu. 32 takımın katıldığı kupada CSKA, ilk turda Çekeslovakya temsilcisi İnter Bratislava’yı, 2. Turda da Yunanistan’dan Panathinaikos’u geçti ve çeyrek finale yükseldi. Son 8’deki rakip Hollanda’nın Roda takımıydı. Bulgaristan’ın kırmızıları Sofya’da 2-1 kazandı. Soğuk, yağmurlu hava ve ağır bir sahada sert geçen rövanşı Roda aynı skorla aldı. Seri penaltıları CSKA kazandı ve adını son 4 takım arasına yazdırdı. 



Yarı finaldeki rakip “rüya takım” olma arifesindeki Johan Cruyff’un Barcelona’sıydı. Nou Camp’ta öne geçse de Penev’in genç ekibi fazla direnemedi ve 4-2 kaybetti. Ama 22 yaşındaki Hristo Stoiçkov 1 yıl sonra coşturacağı tribünlere attığı 2 golle kendini tanıtıyordu. Sofya’da da 2-1 kazanan Barça, finalist olurken Hristo yine golünü attı. Rüya gibi bir sezonu yarı finalle tamamlayan CSKA Sofya, Bulgaristan Ligi ve Kupasında mutlu sona ulaştı. 8 maçta atığı 7 golle Kupa Galipleri Kupası’nda gol kralı olan Hristo Stoiçkov, 1 sezon sonra Barcelona’ya transfer oldu. 88-89 kadrosunun diğer birçok yıldızı da Doğu Bloğu’nun dağılmasıyla birlikte Avrupa’nın önemli kulüplerine transfer oldu. Sakatlığından dolayı 94 Dünya Kupası’nı kaçıran Luboslav Penev Atletico Madrid, Valencia ve Celta Vigo formalarıyla 9 sezon İspanya Ligi’nde forma giydi, Atletico Madrid’in 1996 yılındaki son La Liga şampiyonluğunda 16 golle büyük katkı yptı. Bir sezon Fenerbahçe’de oynayan Emil Kostadinov, Porto ile 2 ve Bayern Münih ile de 1 lig şampiyonluğu yaşadı. Trifon İvanov, İlia Valov, Nedialko Mladenov da kadrodan Avrupa’ya transfer olan diğer lejyonerler oldu.
NOT: 1985 yılında ezeli rakibi Levski ile yaşanan o meşhur kavgalı maçın ardından CSKA Sofya’nın adı CFKA Sredets olarak değiştirildi. Komünist Parti yaşananları utanç verici olarak değerlendirdi ve kırmızıları spor kulübünden futbol kulübüne çevirdi. 4 yıl sonra kulüp CSKA ismini geri aldı. Yarı final oynadığı sezon resmi olarak CFKA adıyla mücadele etse de Sofya ekibi her daim CSKA’ydı.


Kutsal 8 numara!
Bir ülkeye 8 numarayı tek başına kutsallaştıran adamdı!

O yıllarda futbol oynayan tüm 10 numara ve Maradona aşıklarının en büyük sadakatsizliğine neden olmuştur. 8 numaradır artık kutsal olan, takımın en iyisi de 8 numara giyer oldu. Hala Bulgaristan’da Stoiçkov’dan bahsederken “8 numara” da denir… Sabit numaralı formaların olmadığı yıllarda Barcelona’daki sözleşmesine 8 şartını koydurdu. 



Aslında onun da 10 numaradadır gözü gençlik dönemlerinde. “8 sonsuzluktur” diyerek numarasına verdiği değeri anlatırken 10’dan vazgeçmesini, belki de hayran olduğu tek futbolcu olan Diego Maradona’ya bağlar. “O giydikten sonra 10 numara artık giyilmezdi. En çok ona yakışıyordu. Ben de 8’i giydim. Hem belki bir gün beraber oynarız diye de. Futbol hayatım boyunca en büyük üzüntüm Diego ile beraber futbol oynayamamak olmuştur” 



94 Dünya Kupası’nda aynı grupta yer aldığı Arjantin’de Maradona’nın dopingden dolayı ihraç edilmesi ikilinin son maçta karşı karşıya oynamasına mani oldu. Maradona’ya büyük haksızlık yapıldığını, bundan dolayı da her fırsatta FIFA yönetimine hakaret etmekten kaçınmayan Stoiçkov, büyük spekülasyona neden olmasına rağmen Arjantin maçından önce Diego’yu otelde ziyaret eder, her zamanki gibi gelebilecek tepkileri umursamadan.
*FourFourTwo Dergisi Ocak 2014 sayısında yayımlanmıştır.

2 Ocak 2014 Perşembe

UEFA Kupası’nın bedeli: Galatasaray’ın 80-81 Jenerasyonu*

Kayıp Kuşak: 80-81 Jenerasyonu

Çok yazıldı, söylendi, hayıflanmalar yapıldı Galatasaray’ın 87-88 doğumlu jenerasyonu üzerine. Arda Turan, Aydın Yılmaz, Uğur Uçar, Özgürcan Özcan, Cafercan Aksu, Erhan Şentürk, Ferhat Öztorun ve diğerlerinin yer aldığı kadronun Arda dışında tutunamadığı, hak ettiği değeri bulamadığı yönünde hakim bir görüş vardır. 70’er, 80’er kez genç milli olan bu futbolcular önemli fırsatlar bulmasına rağmen kalıcı olamadı, potansiyelini, en azından kendilerinden beklentileri gerçekleştiremedi. Bu kuşaktan 7-8 yaş büyük, ama onlar kadar nam salamayan, buna karşın çok özel bir oyuncu grubu yetişti Galatasaray alt yapısından: 80-81 doğumlu jenerasyon. “Arda’yı bir kenara bırakırsak, 87-88 kadrosuyla kıyaslandığında net olarak daha iyi bir kuşaktı” diyor dönemin alt yapı hocası ve daha sonra Fatih Terim’in yardımcılığını yapan Ahmet Ceyhan. Eyüp Kaymakçı, Faruk Atalay, Kerem İnan, Ömer Ateş, Ceyhun Müderrisoğlu, Tamer Sivrikaya, Orkun Uşak, Sedat Yeşilkaya, Alper Tezcan, Ümit Aydın, Görol Araz ve Rasim Vardar bu kuşağın önemli oyuncuları.   
Üst üste gelen lig şampiyonlukları, kazanılan UEFA Kupası ve Süper Kupa ile Galatasaray altın yıllarını yaşarken alt yapının ürünleri olan bu gençler A Takımla birlikte olma fırsatı yakaladı. Alt yapı yıllarında her yaş kategorisinde şampiyon olan ve milli takımlara düzenli giden bu oyuncu grubundan sadece bir kaçı, o da fazla olmamakla birlikte forma şansı bulurken, çoğunluğu onu bile yakalayamadan Galatasaray’dan ayrıldı.
“Çok iyi ve yetenekli grupları vardı. En azından 2-3 tanesinin olması gerekiyordu. Her altyapı oyuncusu A Takımda oynayacak diye bir koşul yok, oynayamaz zaten. Elenenler elbette olacaktır. Ama bu gruptan hiçbiri kalıcı olamadı. Beni yanıltan, bende hayal kırıklığı yaratan bir kadro oldu” diye anlatırken eski öğrencilerini Ahmet Ceyhan,  A Takım için gereken gelişim kriterlerini de yerine getiremediklerine vurgu yapıyor: “Kriterleri kast ederken tabii ki UEFA kadrosunu kast ediyorum. Türk futbol tarihinin en iyi kadrosunda yer bulmaları çok zordu. O direnci, o beceriyi gösteremediler. Tabi yeteri kadar zaman da alamadılar. A Takımda kısa süre kaldılar ve kulüpten ayrıldılar teker teker. Fatih Terim gibi gençlere önem veren, fırsat veren hocaya rağmen olmadı”

Sedat Hagi'ye karşı...

“İyi futbolcu her koşulda oynar”
Ahmet hocayı efsane kadronun kaptanı Bülent Korkmaz da destekliyor: “Takımda kalabilmek için yeteri kadar zorlayamadılar. Yeteneklerini geliştiremediler, daha fazla efor harcamaları gerekiyordu. Çok zor bir kadroya denk geldiler ve kıramadılar, yer bulamadılar. Sakatlık nedeniyle kopmak zorunda kalanların dışındakiler kariyer yapma fırsatı yakaladı. O dönemde Galatasaray’dan ayrılarak doğru yaptılar”
O yılların simgelerinden ve şimdinin Gaziantep Büyükşehir Belediyespor teknik direktörü Suat Kaya da benzer görüşü taşıyor: “Oynadığım zaman olsaydı farklı değerlendirebilirdim, başka türlü konuşabilirdim. Ama şu an teknik adam olarak diyorum ki; yeterince zorlamadılar. Yetenekliydiler ama üstüne koyamadılar ve gerisi gelmedi. Gerekeni yapamadılar, bu da demek ki eksikleri vardı. Yapsalardı kalabilirlerdi. Ama profesyonel kariyerlerine devam ettiler. Bu da önemli bir şey”
Oyuncu grubunu yakından bilen, bazılarıyla da Çavuşoğlu ve Şehremini Lisesi’nde çalışma imkanı bulan Haliç Üniversitesi BESYO Müdürü ve teknik direktör Müslüm Gülhan, jenerasyonun kalıcı olamamasını birkaç farklı açıdan ele alıyor:  “Önlerinde Galatasaray tarihinin en iyi Türk oyuncuların olduğu jenerasyon vardı. Bu açmaz önemli ve çok yönlüydü. Önlerindeki hedeflerin kalitesi yüksekti, alttan gelen jenerasyon bu kalitenin farkına varmadan, kendi koşulları ile yukarıdaki süreci yakalayabileceklerini zannettiler. Ayrıca alt yapıdaki çalışma sistemi ve koşulları çok iyi görünmekle beraber aslında yeterli değildi. Eksikliklerin farkına varılmadan yetiştirilen bu oyuncular yetersiz görüldüklerinde ise çok çabuk başka kulüplere yollandılar. Fatih Terim ise gelen oyuncuların gerçek seviyeleri ile ilgilenmeden (sadece maçları seyretti) kaliteli kadro içine alarak onlara çok şans tanımadan değerlendirme yaptı”

1997'de Balkan Şampiyonu olan U17. Emre, Gökdeniz, Ömer, Faruk, Orkun, Ümit kadroda...

“Fatih Terim’in gidişi”
Galatasaray’dan ayrıldıktan sonra futbol seyyahlığına 14 kulüp sığdıran ve 2. Lig’de Bayrampaşaspor’da son demlerini geçiren Sedat Yeşilkaya, 80-81 jenerasyonunu, değerini bulamamış kayıp bir kuşak olarak nitelerken, Fatih Terim’in ayrılışını önemli bir kırılma olarak görüyor: “Fatih Terim hepimizi yakından tanıyor ve takip ediyordu. A Takıma hazırlıyordu bizi. Ancak hocanın Fiorentina’ya gitmesi bizi çok olumsuz etkiledi. O ayrıldıktan sonra da çoğumuz ayrılmak durumda kaldık”
Sedat’ın Fatih Terim hayıflanması boşuna değil, çünkü Terim bu jenerasyonunun farkındaydı. 99-2000 sezonunda Ömer, Faruk, Eyüp, Ceyhun, Rasim, Sedat ve Gürol 6 ay boyunca Fatih Terim’in Florya’daki villasında kampa alındı. Bu 7 oyuncuya dönük özel antrenman programları uygulandı ve sonraki sezon için o seviyeye gelmeleri amaçlandı. Kerem İnan ve Alper Tezcan ise zaten kadroda kendine yer bulmaya başlamıştı. Terim’in gidişiyle çoğu ya 3. Lig’deki pilot takımlara kiralık verildi ya da Sedat gibi bu duruma tepki gösterip takımdan ayrıldı. “Japonya’daki turnuvada PAF Takımıyla Xavi’nin oynadığı Barcelona’yı yenip şampiyon olmuştuk. Avrupa’da pek çok menajer ve kulüp bizimle ilgileniyordu. Biz Galatasaray’da kalacağımızı düşünüyorduk. Ama Fatih hoca gitmişti ve ondan sonra bizi 3. Liglere vermeye kalktılar. Bu kadar kolay sağ sola gönderilecek ya da gözden çıkarılacak oyuncular değildik. Ben de tepki koydum ve ayrıldım”
Ayrılıklarda ve Galatasaray’da kalıcı olamamakta var olan üst düzey kadro neden olarak öne çıkıyor. Ancak Bülent Korkmaz, Suat Kaya ve Ahmet Ceyhan’da ortak bir görüşün hakimiyeti söz konusu: iyi oyuncu eninde sonunda şansını yaratırdı. Futbolculuğunda 1. Amatör Küme’den 1. Lig’e transfer olan Ahmet Ceyhan, şans faktörü ve koşulları biraz göz ardı etmekle birlikte, Arda üzerinden örneklendirmeye gidiyor. “Arda Turan Galatasaray’ın sıkıntılı dönemine denk gelmeseydi de ne yapar ne ederdi yer bulurdu. Çünkü o kriterleri her türlü aşan özellikleri var. UEFA Kadrosunda da yer bulurdu”

Tamer, Genç Milli Takımlarda antrenör...

“80-81 kadrosu 87-88 kuşağının yerinde olsaydı ne olurdu?”
Bu soruya Ahmet hoca ve Bülent Korkmaz en azından 3-4 tane kalıcı ismin olabileceğini kabul ederek şans’a da biraz pay verdi. Çalışmanın önemiyle birlikte Tamer Sivrikaya da şans faktörünü göz ardı etmiyor. “Futbolda şans artı çalışmak faktörüne inananlardan biriyim. O yüzden 87-88 jenerasyonu bizden daha şanslıydı. Yani futbol böyle, birileri aldığı şansı iyi kullanıyor kendini geliştirmek için fazlasıyla çalışıyor ve daha iyi yerlere gelebiliyor. Arda buna çok iyi bir örnek. Yakaladığı şansı çok iyi kullandı”
Aynı alt yapıdan yetişen iki jenerasyonun, üst yapıya çıktıklarında kalite ve başarı olarak çok farklı iki A Takımla karşılaştı. 87-88 kuşağındakilerden Arda Turan, Uğur Uçar, Ferhat Öztorun, Özgürcan Özcan, Aydın Yılmaz başta olmak üzere önemli süre aldılar. Arda o gelişimi sağladı ve devam etti. Ama neredeyse hiç gelişim sağlayamayan Aydın Yılmaz 6-7 sezondur kadroda kalmaya devam etti.


“Hakan Şükür’ü, Hagi’yi, Bülent Korkmaz’ı mı kesecektik!”
Alt yaş kategorilerinde en fazla gol atan, çok özel yetenekleri olan, hatta golcülüğü Raul’u andıran Ömer Ateş, Galatasaray’dan sonra radikal bir şekilde mevki değişikliği yaşadı ve sol bekte kariyerine devam etti. Üst düzey futbol bilgisi ve oyun zekasıyla bu değişimi da iyi aştı. 12 yıldır liglerde sol bek olarak 4 tane 1. Lig takımıyla şampiyonluk yaşadı, Erciyesspor ile Süper Lig’de olduğu dönemde A Milli takım için adı geçti. Bu sezon 2. Lig’de Turgutluspor’da olan Ömer’in, koşullar ve şans faktörünü 87-88 kuşağı ile karşılaştırarak gerçekçe ve gelişkin bir bakışı var. “Biz bir şeyi çok iyi biliyorduk: o kadroda yer bulamazdık. Hakan Şükür’ü, Hagi’yi, Suat Kaya’yı, Bülent Korkmaz’ı, Hasan Şaş’ı, Ümit Davala’yı mı kesecektik! Tarihin en büyük kadrosunu kimse kesemezdi. Ama biz de hiç şikayet etmedik. Biliyorduk, biliyordum giremeyeceğimizi. Hazırlıklıydık ayrılmaya. Buna rağmen elimizden geleni yaptık, çok çalıştık. Kendimizi geliştirdiğimizi düşünüyorum. Ama şans futbolda çok önemlidir, kendinizi içinde bulduğunuz koşullar çok belirleyicidir. Koşulları kırmak o kadar kolay değildir. Arda Manisa’da Ersun hocayla çalışmasaydı ve bu kadar kötü bir Galatasaray kadrosunun olduğu döneme denk gelmeseydi o da kaybolma tehlikesi yaşardı. Sonuçtan bakarak değerlendirme yapmak yanlış. Eğer biz 87-88 jenerasyonunun bulduğu Galatasaray’ı bulsaydık en az 5-6 oyuncu kalıcı olurdu, hatta 2-3 kişi de büyük yıldız seviyesinde olurdu”   

Ceyhun, GS Futbol Akademisi'nde antrenör... 

“Forma bulanlar da oldu”
Nispeten daha fazla şans bulanlar da oldu. Kaleci Kerem İnan ve orta saha Faruk Atalay Terim sonrası dönemde kaldı. UEFA Kadrosundan ayrılanlar olunca özellikle Mircia Lucescu, 100’ün üzerinde genç milli olan Faruk Atalay’a forma verdi ama Faruk birkaç maç dışında bunu değerlendiremedi. Bülent Korkmaz’a göre genç oyuncunun kalıcı olmamasında kendi hatalarının payı büyüktü. “Faruk Atalay’dan ümitliydim, umut vaat ediyordu. Lucescu döneminde şans da buldu ki UEFA Kadrosundan bazı oyuncular da ayrılmıştı. Ama bu konuda Faruk hatayı kendinde aramalı. Oyuncu çok çalışmalı az konuşmalı. Yani biraz kendinden kaynaklı”
A Takıma ilk çıkanlardan ve UEFA Kupası sürecinin kulübeden yaşayan Kerem, Lucescu ile gelen 2002 şampiyonluğunda 6 maçta oynadı. Bülent Korkmaz’ın, “Galatasaray’da kaleyi alamadı ama uzun yıllar Süper Lig’de kesin olarak oynamalıydı. O yetenekte bir kaleciydi. Gençliğinin verdiği bazı hataları fazla yaptı” dediği Kerem 2003’te ayrıldı ve inişli çıkışlı yıllar geçirdi. Mersin İdman Yurdu’nun Süper Lig’e çıkarken müthiş bir sezon geçirdi. Zaman zaman agresif hali onu istikrarsızlığa itti. Türkiye şampiyonluğu yaşadığı Çavuşoğlu Lisesi’nden hocası Müslüm Gülhan özetliyor öğrencisini. “Türkiye’de yetişen iyi kalecilerden biridir. Mesleki kuralları hiçe sayan ve kendi doğrularının her yerde geçerli olduğuna inanan biriydi. Ancak kulübün onu göndermemesi gerekirdi, o kadar tecrübeyi o yaşta elde etmiş bir kaleci en az 10 yıl oynama şansına sahip olacaktı. Kültürel olarak kendine yatırım yapmadı. Onu anlayan hocalarla çalışması gerekirdi. Ama maalesef olmadı ve kendine yetecek kadar kalecilik yaptı”
Kerem’in partneri Orkun ise daha erken ayrıldığı Galatasaray’a 2007’de döndü ve o sezonki şampiyonlukta 21 maçta kaleyi koruyarak büyük katkı yaptı. Şampiyonluğa rağmen Orkun Uşak da kalıcı olamadı ve Süper Lig ile 1. Lig’de takım takım gezmeye devam etti.

Yıllar sonra bir arada...

“Hayal kırıklıkları ile inişli çıkışlı kariyerler”
Büyük beklentiler ve hedeflerle geçen alt yapı yıllarının ardından Galatasaray’da kalamama ve ayrılık doğal olarak hayal kırıklığı yarattıkları da oldu. “En yeteneksizi bendim ama belki en fazla Süper Lig kariyeri yapan da ben oldum” diyen Sedat Yeşilkaya’da yetiştiği kulüpten ayrılığın izleri hala var. “En iyi dönemimizde, tam çıkış yapacağımız zaman gönderildik. Sonraki yıllarda 14 tane kulüp değiştirmemin sebebi bu hayal kırıklığıydı”
Benzer bir hayal kırıklığı 25 yaşında futbolu bırakıp antrenörlüğe soyunan, U16 ve U17 Genç Milli takımlarında görev yapan Tamer Sivrikaya’da da söz konusu. “Gençsiniz, istediğiniz hedeflere ulaşamadığınız zaman ister istemez bu hayal kırıklığı da sizi geri götürüyor. Sonra da beklentileriniz hep aşağıda kalıyor ki benim futbolu erken bırakma sebebim budur. İstediğim hedeflere ulaşamamak”
Uzun süreli sakatlıklar nedeniyle futboldan erken kopan kadronun özel oyuncularından Ceyhun Müderrisoğlu ise özeleştiriler bakıyor. “Beklentiler de hayallerimiz de yüksekti. Kulüpsel bir hata olduğunu düşünmüyorum. Sakatlıklar ve gençlik hataları engel olmuş olabilir.” 40 kez genç milli takımlarda oynayan ve önemli bir stoper olması beklenen Ceyhun, 3 kez çapraz bağ sakatlığı yaşadı, 3 yıl futbol oynayamadı ve 27 yaşında bıraktı. Yetiştiği alt yapıda, Galatasaray Futbol Akademisi’nde antrenörlük yapıyor.
Sakatlıkların bitirdiği kariyerlerden biri de Alper Tezcan’ınki. A Takıma ilk çıkanlardan. 2000’de Bolonya karşısında son anlarda oyuna girdiği maçta sakatlandı ve kariyeri alt üst oldu. Bu sakatlıktan sonra bir türlü tam dönemedi. Drama dönüşen hayatı, UEFA Kupası madalyasını satılığa çıkarttığı haberleriyle çokça medyada yer aldı.

Kupa kaptan Ömer'in ellerinde...

“Üzüldük ama yıkılmadık ve uzun kariyer yaptık”
Galatasaray’dan ayrılmayı en az hasarla atlatan ve kariyerine devam edenler çoğunlukta oldu. Aldıkları eğitim ve sahip oldukları yetenekler buruk kalan hayallerine rağmen futbola tutunmalarını sağladı. Büyük kopuş bir kez olduktan sonra ve memleket profesyonel futbol ortamının da eklenmesiyle ayrılıklar da başlangıçlar da kolaylaştı. Pek çok kulüp değiştirdiler. Süper Lig’de belli sürelerle forma giydiler, alt liglerde kariyerlerini sürdürdüler, sürdürüyorlar. Alt yapıda geçirdiği 10 yılda her yaş kategorisinde kaptanlık yapan Ömer Ateş, olgunlukla karşılayanlardan. “Biz her şeyin farkındaydık. Futbolun Galatasaray’dan ibaret olmadığını biliyorduk. Ayrılık doğal bir hal almıştı. O yüzden ayrılınca yıkılmadık. Üzüldük tabii ki, ama hayatımıza devam etmek zorundaydık. Pek çoğumuz Süper Lig’de oynadık ve 10 yıldan fazla profesyonel kariyer yaptık. Eğer yıkılsaydık bunların hiç birini yapamazdık. Futbolda şans önemlidir, bizim de kısmetimize bu düştü. Müthiş bir kadroya denk geldik”

Eyüp şimdilerde amatörde...

Jenerasyonunun Messi’si: Eyüp Kaymakçı
“Messi Barcelona’da neler yapıyorsa o da PAF takımda bunları yapıyordu. Her gittiğimiz uluslararası turnuvada en iyi oyuncu seçiliyordu. Avrupa çapında bir yıldız olmasını bekliyorduk” diyor eski takım arkadaşı için Sedat Yeşilkaya. Ömer ekliyor: “Hepimizin en yeteneklisi oydu”

10 yaşında geldiği Galatasaray alt yapısında tüm yaş kategorilerinde en fazla dikkat çeken oyuncuydu. Ufacık boyuna rağmen, geniş omuzları, daha uzaktan fark edilen yamuk bacakları ile farklı fiziği ile hemen öne çıkıyordu. Solak ve tam bir 10 numara. Müthiş bir sol ayağı, çabukluğu ve üst düzey bir oyun zekası vardı. Adam geçme becerisi en gelişkin özelliğiydi. Çalıma girip topla hızlandığında sanki her an düşüp yere kapaklanacak gibi olurdu.

14-16 Yaş Kadrosu...

Fatih Terim tarafından A Takıma alındı. Antrenmanlarına çıktığı A Takımda önünde oynayan isim ise kadronun yıldızı Gheorghe Hagi’ydi. “Hagi gibi bir oyuncuyla idmana çıkmak bile hayalken, o benim önümdeki futbolcuydu. Benim için en büyük zorluk oydu” Sedat Eyüp’ün antrenmanlarda da alt yapıdaki halini artmadığını anlatıyor. “Eyüp topla buluştuğunda 3 kişi peşine katardı. Bülent Korkmaz, Fatih Akyel ve Popescu ondan topu alamazdı”
Tam Süper Lig’de oynamaya başladığı dönemler ağır sakatlık geçirdi. “Büyük bir sakatlık geçirdim, çapraz bağlarım yırtıldı. En güçlü olmam gereken zamanda olması, benim başarısızlığımın en büyük sebeplerinden biri bu sakatlığım”
55 kez milli takımlarda forma giydi. Süper Lig’de fazla tutunamadı ve alt liglerde oynadı. Bu sezon amatöre döndü ve İzmirspor ile anlaştı. 90’ların ikinci yarısında yetenekleriyle büyük bir yıldız adayı olarak görülüyordu. Bireysel ve yıldız oyuncu yetiştirme ve yönetme becerisi daha gelişkin kulüp yapılarına sahip bir futbol ortamında muhtemelen potansiyelini gerçekleştirmiş ve farklı bir yetenek izlemiş olurduk.

*FourFourTwo Dergisi Kasım 2013 sayısında yayımlanmıştır.