30 Ekim 2015 Cuma

Pereira artık karar vermeli!*

Evet, gerçekten öyle, artık bir karar vermeli aksi durumda hem kendisi hem de takımı için kum saati işlemeye başlayacak, belki de başladı bile. Ajax maçı ve Galatasaray maçının ilk yarısında biraz da olsa olumlu işler vardı sahada. Ama artık rakibinin öneminin kalmadığı noktada Pereira. Süper Lig ya da UEFA Avrupa Ligi, Osmanlıspor ya da Ajax meselesini geçti Fenerbahçe’deki durum. Elbette ki, Türk futbol tarihinin en büyük transfer harekatını yapmış bir takıma karşı sabırsızlık etmemek lazım, muhakkak ki takım olmak süreç ve zaman isteyen bir şeydir. Ancak belli bir anlayışın, planın, teknik adam tercihinin, kararlılığının ve gidişatının olması gerekiyor ki takımın mesafe alması için zaman ve sabır faktörünün önemi olsun. Sorun da tam bu noktada zaten. Vitor Pereira ne kadro, ne teknik/taktik ve oyun anlayışında bir karar verebilmiş değil.

Fenerbahçe nasıl oynayacak? Takımın ideal 11’i olmasa da en azından temel bir iskeleti kimlerden oluşacak? Direkt sonuca giden bir takım mı, topa sahip olan ve pasa dayalı bir takım mı, defansif mi ya da ilk geldiğinde kendisinden yola çıkılarak yapılan benzetmeyle “çılgın ve hücumcu” bir takım mı olacak? Bu basit soruların hiç birinin net bir yanıtı yok Fenerbahçe’de. 28 Temmuzdan beri 16 tane resmi maç oynamış ve 2 milli ara geçirmiş bir takım bu nihayetinde. Teknik adam karar ve tercihlerini görmek açısından, en azından niyetini anlamak ve görmek bakımından az da zaman sayılmaz 3 aya yakın geçen süre.

Kadro, diziliş ve kabaca oyun felsefesinde defalarca değişikliğe gitti Pereira. 2-3 maçta mı oturmasını bekliyordu tercihlerinin ya da bu kadar kolay mı vazgeçebiliyor tercihlerinden? Her iki durumda da sorun büyük. Buna baskının artması ve istenen futbolun gelmemesi karşısında bunlarla baş etmekte zorlanması da eklenebilir. Sezon başındaki “süper özgüvenli, şakacı, renkli, çılgın” futbol adamından eser yok. Şimdi kendi antrenman metotlarını öven, kendisinin aslında ne kadar iyi bir teknik direktör olduğunu anlatan, neşeden uzak ve endişeli bir teknik adam var. Ayrıca oyuncu gurubunu yönetmede, özellikle de yıldız (Robin van Persie krizi baştan sona oyuncu yönetimi eksikliğidir) yönetiminde sıkıntılar yaşaması, daha doğrusu bunlarda bocalaması da eklenince işin içinden çıkılmaz bir hal alıyor durum.

Yani kısaca; Vitor Pereira’nın önünde takımına dair temel ve önemli pek çok konuda kendi futbol değerleri ve doğruları yönünde vermesi gereken kararlar, yapması gereken tercihler var. Daha da önemlisi bu karar ve tercihlerinde ısrar etmesi gerekliliğidir. Ve tabi ki bu karar ve tercihlerinin Fenerbahçe kadro yapısı, Türkiye ve Avrupa Ligi’ne göre doğru ve iyi sonuç veren olması gerekiyor. Yoksa kendisi artık geri dönülmez bir biçimde tartışılmaya başlanacağı gibi Fenerbahçe’nin yarısı değişen bu kadronun takım halini alması gittikçe zorlaşacak ve kaosa doğru bir gidişat uzak bir ihtimal olmaktan çıkacak.
* 29 Ekim 2015'te Akşam Gazetesinde Yayımlanmıştır.

24 Ekim 2015 Cumartesi

ADANA'DA DERBİ ZAMANI!*

Türk futbolunun en özel rekabetlerinden… Derbi gibi derbi! Şehirse şehir, rekabetse rekabet!

“Küme düşeceksek de onların üstünde küme düşelim” sözü şiardır kötü günde. Şehrin asi çocukları, “Adana, Demirsporludur” derken, turuncular da, “Siz hepiniz bir, biz Adanaspor” sloganıyla meydan okur. Alayınadır yani aynı stadın iki paydaşı. Cezası da, olayı da, eğlencesi de, tutkusu da, coşkusu da hiç eksik olmaz.

54’üncü maç öncesi de değişen çok fazla bir şey yok. Ev sahibi Demirspor’da yeni statüsüyle tribün cezası var mesela. Turuncular’da ise sakat ve cezalılar. Stoperler Yiğitcan ve Merthan sakat, Emre Uğur ise cezalı Adanaspor’da. İki camianın taraftar gruplarınca birkaç yıldır dile getirilen, “Derbiler yarı yarıya oynansın” talebi TFF tarafından henüz olumlu karşılanmadı ama taraftar grupların ısrarı bundan sonra sürecek gibi.

Derbi öncesi genelin aksine dostluk havaları esiyor. Hem teknik direktörler hem de başkanlar bir araya gelip imza törenlerini aratmayan pozlar verdiler. İki takım da 9’uncu haftaya 11 puanla girdi. Ama iki takım da son maçlarını kaybetti. Demirspor şampiyonluk yarışındaki rakiplerinden Elazığspor’a son dakikada kaybetti. Adanaspor ise evinde Altınordu’ya mağlup oldu. Ancak iki takımın da sezon başı beklentileri, harcanan bütçeler, oluşturulan kadrolar itibarıyla hedef farklılığı söz konusu.

Adanaspor cephesi
Adanaspor yönetimi son yıllarda her hoca ayrılışında imdadına yetişen ve camianın çok sevdiği Eyüp Arın’a nihayet güvendi ve sezon başı takımı emanet etti. Nispeten genç ve dengeli kadrosuyla 8 maç itibarıyla beklentilerine daha yakın bir takım görüntüsü verdi Adanaspor. Tabii ki Demirspor derbisinde eksik yoktur, puan cetvelindeki sıralama önemli değildir. Ancak eksiklerinin yerini doldurması kolay değil. Buna rağmen derbi kaybetmenin ötesinde (ki az buz bir şey de değildir) hedef ve puan olarak çok büyük kayıp olmayacak Turuncular için maç. Yani kafa olarak daha rahat taraf.

Adana Demirspor cephesi
Demirspor cephesinde ise işler son 4 maçtır kötü. Geçen yıl kaçan Süper Lig’in ardından bu sezon daha da iddialı bir kadro kuruldu ve son yılların en önemli hedef ve başarmış hocası olan Osman Özköylü geldi takımın başına. Ve lige harika başladı Maviler. Yeni ve iddialı kadro 4 maçta 10 topladı. Ancak sonraki 4 haftada hem de Gaziantep Büyükşehir Belediyespor, Kardemir Karabükspor ve Elazığspor’a karşı kaybetti. Taraftar fazlasıyla sabırsızlanmaya başladı. Güçlü kadronun yeriyle ilgili memnuniyetsizlik hat safhada. Haksız da değiller. Pote, Burak Çalık, Attamah, Özgürcan Özcan, Anıl Taşdemir, Emin Aladağ, Oğuz Dağlaroğlu, Şenol Can ve diğerlerinin olduğu kadro ligin en kalitelilerinden biri ve takımın hedefi mutlak Süper Lig. Böyle olunca da bu maç derbinin de ötesinde bir önemde Demirspor için. Yani Demirspor için şu net olarak söylenebilir ki, derbi öncesiyle derbi sonrası aynı olmaz. Bu olumlu da olumsuz olarak da yorumlanabilir. Özetle Adana Demirspor için mecburi bir kırılma maçı halini aldı derbi. Aynı zamanda çıkış maçı da olabilir tabi ki.
Bir tarafın sıkıntılı haftalarına rağmen hedefi ve kaliteli kadrosu avantajı sayılabilir, diğer tarafın ise dengeli ve nispeten baskıdan daha uzak hali lehine gibi gözüküyor. Bakalım 60 yılı geride bırak bu ezeli ve özel rekabette yeni sayfa nasıl yazılacak.
Yaşasın Adana Derbisi!

23 Ekim 2015 Cuma

Şimdi jenerasyon zamanı!*

Elemelerin ilk dört maçı futbol önceliğinden uzak, çoğunlukla ve genellikle olduğu gibi gergin bir ortamda, Fatih Terim’in sözleşme detaylarından yarışmacı mı yetiştirici mi olacağına, Galatasaray’dan ayrılışından futbol direktörlüğüne kadar pek çok tartışma malzemesinin odağında ve sadece 4 puanla geçildi. Buna Gökhan-Hakan-Ömer gibi yönetilmesi zor bir sorun da eklenince maçlardan ziyade gündem, 90 dakikanın öncesi ve sonrasında belirlendi. Gerginlik ve kötü bir öteki(ler) her daim Terim’in sevdiği ortamı verse de bu kez ters tepti, tutmadı. Ne 90 ve sonrası doğumlu yeni nesil gençler buna cevap verdi ne karizması ne de motivasyon mevhumu işe yaradı. 

Mart 2015 ile birlikte gerginlik yine vardı tabi ki, zira Fatih Terim’in futbol felsefesinin mütemmim cüz’lerinden biri bu gerginlik, ama bu kez futbol ve futbola dair değerler kendine yer bulmaya başladı. Sahaya ufak ufak da olsa yansımalar Hollanda maçıyla görülmeye başlandı. Takım kımıldamaya başladı. Çünkü Terim’in elinde Süper Lig’in kalitesinden bağımsız ve üstte bir oyuncu grubu var. Önceki gece İzlanda maçından sonra sık sık lafını ettiği jenerasyon konusunda bu kez haklı. Evet, potansiyeli azımsanmayacak bir jenerasyon net olarak kendini gösteriyor. Arda’dan Caner’e, Töre’den Çalhanoğlu’na, Ozan’dan Oğuzhan’a, Selçuk’tan Balta’ya, Serdar’dan Şener’e, Burak’tan kadroda çok düşünülmeyen Muhammed Demir’e (ki bu hücum hattını tamamlayacak açık ara en ideal oyuncu olabilir) kadar bir kısmı olgunlaşmış, bir kısmı olgunlaşmakta, bir kısmı da henüz ham potansiyel halinde olan ciddi bir oyuncu grubu var. Bu listeye pek çokları da kolaylıkla ve haklı bir şekilde eklenebilir. 

Şimdi EURO 2016’ya 8 aydan fazla var. Az buz bir zaman değil. Oyun ve takım olgunluğu, kadro ve futbol kalitesi için epey yol alınabilir. Tabi ayakları yere sağlam basan, kadronun futbol potansiyelinin seviyesini de çok abartmadan... Nihayetinde bir turnuva ve 2 eleme grubu (olursa yine turnuva) belki de EURO 2020 elemelerini oynayabilecek isimler bunlar, en azından önemli bir kısmı olacak. Dolayısıyla bunun farkında olarak ve bir jenerasyon, hiç olmadı 2008’deki gibi mini jenerasyon oluşturmanın asgari koşullarını yerine getirmek gerekiyor.

Söylemde, mart ayı maçlarından bu yana da uygulamada Fatih Terim bunun farkında ve kararlı görünüyor. Ancak son 6 maçtaki 14 puanı küçümsemeden söylemek lazım ki; 70’lerden bu yana görülmüş en kötü Hollanda’yı geçmiş ve gruptan çıkmayı garantilemiş Çek ve İzlanda takımlarını yenmiş olmak aldatıcı olabilir. Mevcut oyun gücü, kalite ve seviyesi EURO 2016’ya asla yetmeyeceği de ortada. Ama yol alınmaya başladığını kabul etmek lazım. “Jenerasyonu bulmadık, biz seçtik” dedi Terim her zamanki mütemmim cüz haliyle. Haklı olabilir. Gerçi bu oyunculardan başka kimi seçebilirdi ki, hepsi ayan beyan ortada, takımlarında oynayan ve çoğu formda. Ama hakkını da teslim etmek gerekir ki; bu oyuncuları milli takımda bir jenerasyon haline getirmek konusunda başarı sağlanırsa da en büyük pay elbette ki teknik heyet ve kendisinin olacak. 
*22 Ekim 2015'te Akşam Gazetesinde Yayımlanmıştır.

9 Ekim 2015 Cuma

İyi ki hakemler var!*

Elbette ki hakem güzellemesi yapma niyeti taşımıyor bu yazı ama evet, aynen öyle; iyi ki hakemler var. İyi ki varlar ki Türk futbolunun tek suçlusu, her daim en kolay günah keçisi, kötü oynayan takımların en kolay bahanesi, futbolcuların yetersizliklerini, beceriksizliklerini bir çırpıda örten, teknik adamların kusurlarına en büyük mazereti veren, yönetim başarısızlığının 1 numaraları sebebi oldular. Futbol programlarının “en kıymetli reyting malzemesi”, gazetelerin en çok tiraj yaptıranları olmaları da cabası. Ya eskaza iyi maçlar yönetseler, Türk futbolunda “kralın çıplaklığı” asla örtülemez, gizlenemez o zaman. Ama şimdilik durum kulüpler açısından harika; hakemler var oldukça her daim hedefte onlar olacak. Ama yazının ilk cümlesini tekrar etmekte fayda var; bir hakem güzellemesi değil bu yazı.

Futbolu hakemler üzerinden açıklama derdi de barındırmıyor. Ancak hakemler etrafında dönen bir futbol dünyası da anlaşılır değil, hadi anlaşılır olsa da (yukarıda sayılan kurtarıcı sebeplerden ötürü) kabul edilebilir değil asla. İşin bir tarafı bu. Öteki tarafıysa Türkiye’de hakemlerin nitelik olarak yetersiz, maç yönetimlerinin kötü, kararlarının standarttan uzak ve tutarsız olduğu şüphe götürmez bir gerçek olduğudur. Net olarak hakemlerin durumu bu. Peki, ruhen, zihnen ve bedenen tam anlamıyla sağlıklı bir insan Türkiye’de iyi hakemlik yapma, başarılı maçlar yönetme ihtimali var mı? Asla yok, ihtimal dahilinde bile değil! Kısa süreliğine, kariyerinin başlangıcında ve Türk futbol dünyasının “kurallarını” öğrenene kadar, piyasa şartlarına ayak uydurmadan var olamayacağını anlayana kadar (o da eyyam oluyor zaten) becerisi çerçevesinde yönetebilir, o da bir nebze. Daha sonra zaten sağlıklı karar alma yetisi varsa bile ortadan kalkar ve nasıl daha az “büyüklerle” başını derde sokmadan düdük çalabileceğinin hesabına (bilinçli ya da bilinçsiz) girer.

Nihayetinde İstanbul takımlarının üzerine bulut gelmeden Anadolu takımlarına yağmur yağmaz. Her açıdan Türk futbolunun en kısa özetidir bu cümle. Bunu da kısa sürede içselleştirir genç hakemler. Hakemlerin kötü olmasında ve iyi maç yönetememesinde bir diğer etken de fundamental mesleki yetersizlikleri. Yani futbolla ilgili temas noksanlıkları. Hemen hemen hiçbirinin amatör bile olsa bir futbol geçmişleri yok. Muhtemelen arkadaşları futbol oynarken de burun kıvıranlardan olmuşlardır hakemlikten önce. Ya da amatör düzeyde bile oynayacak istekten, futbol sevgisinden ve daha da önemlisi asgari futbol yeteneklerinden yoksunlar. Bazen maç bitimi ya da devre aralarında 3 metreye yalandan pas vermeye kalktıklarında bile ayaklarının topa hiç mi hiç yakışmadığını görmek mümkün. Buna baskı ve onunla baş edememe eklenince hakemliklerinde tam anlamıyla bir karmaşa çıkıyor ortaya.

Vak’a olarak Türkiye’de hakemlerin durumu buyken, yine de aslolan yazının baş kısmıdır. Yani iyi ki hakemler var ve iyi ki yetersizler ve kötü maç yönetiyorlar. Bu çelişkili durum kulüplerin, yönetimlerin, teknik heyetlerin, futbolcuların hatta ve hatta medyanın da kurtarıcısı durumunda. İyi maç yönetilmesi, hata yapılmaması, hata olacaksa da en azından aleyhine olmasın dileği özünde istenen bir şey değildir. Samimi olamaz daha doğru. Yoksa herkes kendine bakmak durumda kalacak ve hiç parlak olmayan haller pirüpak meydanda olacak. Ayrıca Türk futbolunun sadece içinde bulunduğu değil, geçmişinden bugüne kadarki kalitesi, seviyesi ve gelişimden bağımsız bir hakemlik başarısı beklemek hiç adil değil. Yani kabaca, “futbolumuz neyse hakemlerimiz de odur” demek abartı sayılmaz.

Sağ bek ne kadar hata yapıyorsa hakem de o kadar yapıyor, kaleci ne kadar basit gol yiyorsa hakem de o kadar sonuca doğrudan etki ediyor, forvet ne kadar basit görünen pozisyonları kaçırıyorsa hakem de gözünün önündekini atlıyor, orta saha oyuncusu uluslararası standarttan ne kadar uzaksa hakemin de kararlarındaki tutarsızlık o kadardır! Ne bir eksik, ne bir fazla. İsteyen oturup sayabilir, kıyaslayabilir. Genelleme böyledir, bireysel ya da dönemsel olarak yakalanan başarılar ister takım, ister futbolcu, isterse de hakem olsun elbette ki istisnaidir. Yani durum biraz deve misali, “nerem doğru ki” noktasına kadar geldi belki ama öyle. Futbol bir bütündür, totaldir. Arabeskvari söylemek gerekirse de oraya çıkıyor yine; yönetimler harika, taraftar profilleri enfes, genel teknik direktör seviyesi dünya çapında, futbolcu kalitesi muazzamdı da hakemler tek kötü. Öyle mi, değil tabi. Futbolumuz neyse, o dünyanın bir parçası olan hakemler de odur. Dünya standardında, evrensel futbol değerlerinde, kalite ve seyir zevki bakımından da nerede olduğumuz ister kulüp bazında isterse milli takım düzeyinde konuşmaya ise gerek yok sanırım. 
*8 Ekim 2015'te Akşam Gazetesinde Yayımlanmıştır.

7 Ekim 2015 Çarşamba

Mickael Pote: Geldiğim günden beri şehirde Adana derbisi konuşuluyor!*

Müslüman bir ülkede futbol oynamak isteyen Beninli golcü Mickael Pote, Adana Demirspor’da aradığı ortamdan da fazlasını buldu. Bayıldığı Adana kebabı da cabası!

Futbola nasıl başladın, kariyerinde nasıl bir yol izledin anlatır mısın?
11-12 yaşlarımda futbolu mahallede oynuyordum. Bu şekilde oynarken 15 yaşlarında birisi beni fark etti. Profesyonel futbol hayatıma böyle başladım.

Fransa ve Almanya’da 2. Liglerde oynadın. Bu ülkelerde üst lig fırsatın olmadı mı?
Fransa’da hali hazırda 1. Lig de oynadım. Almanya’da geçirdiğim sezonun ardından üst lig takımlarından teklif aldım ama kulübüm bırakmadı. Ayrıca sadece üst ligde olmak için üst lige gidilmez fikrini savunuyorum.

Türkiye’ye gelmeye nasıl karar verdin, kim ve ne etkili oldu?
Adana Demirspor ile görüşmeye başladığımda taraftarı ve şehri ile ne kadar büyük bir camia olduğunu gördüm. Aklımda zaten Müslüman bir ülkede oynamak hep vardı. Böylelikle buraya gelmiş oldum.

Türk futbolu ve PTT 1. Lig ile ilgili ne düşünüyorsun? Ligin zorlukları neler sana göre?
Bu lig de her takım her takımı yenebilir. Diğer yandan zor bir lig, dolayısıyla sürekli konsantre olmak zorundasınız. Ama yine de bu ligde en büyük rakibimiz kendimiziz.

Harika başladın, çabuk uyum sağladığını düşünüyor musun? Bunu bekliyor muydun?
Buraya geldiğimde zaten fiziksel olarak hazırdım. Önceki takımımda Avrupa kupası maçlarını oynuyordum. Diğer yandan bu şekilde başlamam da takım arkadaşlarımın ve elbette teknik ekibin katkısı çok büyük. Haklısınız iyi bir başlangıç yaptım ama bundan daha iyisini yapmayı umuyorum.

Geçen sezon Kıbrıs Rum Kesimi 1. Ligi’nde 17 gol attın. Bu sezon gol hedefin nedir?
Öncelikli hedefim takımımın bir üst lige çıkması. “Şu kadar gol atacağım” diye kendime bir hedef koymadım. Takımımızı bir üst lige taşımak için elimden ne geliyorsa yapacağım.

Gol krallığı konusunda iddialı mısın?
Şu an ligin başı olduğu için çok büyük farklar yok. Herkes aşağı yukarı aynı gol sayısına sahip ama dediğim gibi öncelikli hedefim takıma katkı sağlayıp takım olarak ipi göğüsleyebilmek.

Adana kebabına alıştın mı, şehre uyum sağladın mı?
Adana kebabını seviyorum. Şehre de kısa süre de uyum sağladım. Gerçekten çok şirin bir şehir.

Adana Demirspor’un çok ateşli bir taraftar topluluğu var, bununla ilgili neler söylersin?
Bu ambiyansı gerçekten seviyorum. Benim için bu çok önemli. En başta bu yüzden buraya gelmeyi istedim. Taraftarımızın da bizi her zaman, iyi günde de kötü günde de desteklemesini temenni ediyorum.

Ekim ayının sonlarına doğru Adana derbisi var? Ezeli rakibinizle oynayacaksınız? Bu rekabetle ilgili neler söyleyeceksin?
Buraya geldiğimden beri bu konuşuluyor. Ben derbileri severim. Özel maçlardır. Derbiler oynanılmaz, kazanılır.

30 yaşı geride bıraktın. Bundan sonraki kariyer hedefin nedir?
Kariyerimi güzel bir şekilde, şampiyonluklar yaşayarak bitirme hedefindeyim.

Yeni kurulan bir takımsınız. Takımı değerlendirir misin?
Bu sebeplerden dolayı biraz zamana ihtiyacımız var. Bazı şeyleri yeni bir takımla %100 ortaya koymak kolay değil. Ama taraftar grubumuzun desteği ve teknik ekibimizle bu konuda çok yol aldık. Tam anlamıyla her şeyi pratiğe dökme hususunda gelecek maçlarda iyi bir ivme yakalayacağımızı düşünüyorum.

Süper Lig hedefine ulaşabilecek misiniz?
Bu sene yola bu parolayla başladık. Hedef bir üst lige çıkmak ve tabi ki mümkün olursa da şampiyon olarak çıkmak daha da güzel olacak. Bunun kolay olmadığını biliyoruz. Ona göre de çalışmalarımıza devam ediyoruz.

Ligdeki takımlar arasında hangilerinin sizi zorlayacağını düşünüyorsun?
Bu lig de herkes herkesi yenebilir. Bizim tek rakibimiz kendimiziz.

Bir motton, parolan ya da kendine örnek aldığın bir deyim, söz var mı?

Benim hayatta örnek aldığım ve kendime sürekli söylediğim kelime elhamdülillah. Çok sayıda insan çok zor şartlar altında çalışarak çok az paralar kazanıyor. Olduğumuz yerlerin kıymetini bilmeliyiz. Allah’ın bize verdiklerine her daim şükür ve takva göstermeliyiz.
*FourFourTwo Dergisi Ekim 2015 Sayısında Yayımlanmıştır.

O ŞİMDİ NEREDE? HURŞUT MERİÇ*

(BANDIRMASPOR)

Yeteneklerine ve dikkat çeken oyun tarzına bakınca aslında Türk takımları tarafından epey geç keşfedilen bir “gurbetçi” futbolcu olduğuna şüphe yok. 2009’un başında Gençlerbirliği’ne transfer olduğunda 26 yaşındaydı. O yarım sezon az oynadı ve çok fark edilmedi. Sonraki 4 sezondaysa Al-karaların en sevilen ve iyi isimlerinden oldu. 

Biraz ele-avuca sığmayan, biraz da yaşına göre yadırganabilecek ama ona çok yakışan bir muzurluk vardı her halinde. Halı saha futbolculuğunu Süper Lig’e uyarladığı sayısız maçı ve pozisyonu oldu. Eğelendiği ve futbolun keyfini çıkardığı her halinden belliydi. 4 buçuk yıllık Başkent serüveni sonrasında hatırı sayılır bir bonservisle Rize’nin yolunu tuttu. Ama sakatlıklarla başı dertteydi ve kötü bir sezon geçirdi. 3 yıllık sözleşmesine rağmen ve biraz şaşırtıcı şekilde lig düştü.

PTT 1. Lig’de şampiyonluk yarışı veren Adana Demirspor’a transfer oldu. Toplamda 30 civarı maçta süre alsa da eski tadı ve coşkusu pek yoktu. Bu sezon başındaysa yine lig düştü. Bu kez adres 2. Lig Beyaz Grup takımlarından Bandırmaspor’du. Sezona iyi başladı ve ikinci hafta Fethiye deplasmanında golünü de attı. Artık 32 yaşında ve gözden düşmeye başlayan Süper Lig eskisi olarak futboldan beklentisini şu sözlerle anlatıyor: “Benim için artık önemli olan huzur ve futboldan zevk almak” 
*FourFourTwo Dergisi Ekim 2015 Sayısında Yayımlanmıştır.

BU ÇOCUKTA İŞ VAR: KUTAY AYDIN*

Mevki: Santrfor Yaşı: 16 Kulübü: Boluspor
Keşfedilişi
Çoğu futbol tutkunu çocuk gibi sokaklarda futbol topunun peşinde koşarak başlamış hikayesi. Mahallede de, “Bir gün büyük futbolcu olacaksın!” teşvikleriyle de Boluspor’un futbol okulunun yolunu tutmuş. Futbol okulunda kendini göstermesi çok zaman almamış ve alt yapıya alınmış. Başarılı yaş grubuyla birlikte 2 defa Türkiye finallerine katılma başarısı gösterir. U15 ile Türkiye şampiyonluğu, U16 ile de 2’nciliği yaşar. Burada gösterdiği performans ile U17 Genç Milli takımına davet edilmeye başlandı ve Ağustos sonunda St George’s Park Turnuvası’nda ilk kez forma giyer.

En önemli özellikleri
Zaman zaman kenarlarda da oynasa da tam bir tek santrfor tipi. 44 numara ayakları ve yaşının henüz 16 olduğu düşünüldüğünde 1.82’lik boyu biraz daha uzaması muhtemel. Golle arası çok iyi. Son vuruş rahatlığı ve becerisi yüksek. Pozisyon takibi, dikkati, yer alışı ve vücudunu kullanma biçimi çok etkili. Çevre kontrolünün iyi olmasının da katkısıyla etrafıyla alışverişi ve pozisyon hazırlama artısı da dikkat çekiyor.

Ne dedi?
İlk hedef olarak kendine Boluspor A Takımında forma giymeyi belirlemiş olsa da, “Bir gün İngiltere Premier Lig’de oynamak istiyorum” diyerek çıtasını yüksek tutuyor. Futbol kariyerinde de kendine şiar olarak edindiği söz Alber Camus’dan. “Hayat ve ahlak hakkında bildiğim her şeyi futboldan öğrendim”
*FourFourTwo Dergisi Ekim 2015 Sayısında Yayımlanmıştır.

6 Ekim 2015 Salı

Ambulans hakem düdüğü beklemez!*

Kırıkkale’de Bölgesel Amatör Lig’de ilginç, ilginç olduğu kadar da absürt bir olay yaşandı. BAL takımlarından Türk Metal Kırıkkalespor ile Nevşehir Gençlikspor arasında Kırıkkale Fikret Karabudak Stadı’nda oynanan karşılaşmayı tribünden takip eden futbol severler maçın 85’inci dakikasında eşine az rastlanan bir olaya şahitlik etti.

Oyun devam ederken saha kenarında bekleyen ambulans bir anda yeşil çimlere girdi ve sahayı neredeyse boydan boya geçti. Herkesin şaşkın bakışları arasında ama kendinden emin ve epey süratli bir şekilde aracını süren ambulans şoförü birkaç dakika önce sakatlanan ve kale arkasında tedavi gören konuk ekip Nevşehir Gençlikspor’un oyuncusu Cevat Özler’in yanına gitti. Cevat Özler tedavi yapılmak üzere ambulansla hastaneye götürülürken, ambulans şoförünün bu tehlikeli girişimi sahadaki sporcu ve hakemlere zarar vermeden sonuçlanması olayın tek tesellisi sayılabilir. Karşılaşma ev sahibi Türk Metal Kırıkkalespor’un 2-1’lik galibiyetiyle sonuçlanırken, Bölgesel Deplasmanlı Amatör Lig’in ilk haftasında skordan çok yaşanan “ambülans vakası” akıllarda kaldı.
*FourFourTwo Dergisi Ekim 2015 Sayısında Yayımlanmıştır. 

1461 Trabzon’dan 6 dakikada muhteşem geri dönüş*

Futbolun en güzel anlarından biridir geri dönüşler. En sık rastlananı 2-0’dan tutun da 3-0’dan, nadiren de olsa 4-0 yenik durumdan kazanılan maçlar bir başka oluyor. Lig seviyesine göre de böyle karşılaşmalar doğal olarak unutulmazlar arasına girer. PTT 1. Lig’in 5’inci haftasında da işte böyle bir karşılaşma oynandı. 1461 Trabzon, 2-0 yenik dudumdan hem de deplasmanda Karşıyaka’yı 3-2 yenmeyi başardı. “Ne var ki bunda!” diyebilirsiniz ama bu geri dönüşü farklı kılan dönüşün süresidir. PTT 1. Lig’in bordo mavilileri Necati Ateş’li, Engin Baytar’lı, Gökhan Ünal’lı Kaf-Sin-Kaf’ı 6 dakikada (yazıyla altı) attığı gollerle mağlup etti.

Ne sahadaki Karşıyakalılar, ne tribündekiler ne de televizyon başındakiler neye uğradığını anlamadan olan oldu. Halbuki her şey çok güzel başlamıştı ve sezona Süper Lig hedefiyle çok sayıda transfer yapan Karşıyaka, 42 ve 59’uncu dakikalarda bulduğu gollerle 2-0 öne geçmiş, ligdeki 2’inci galibiyetini kutlamaya hazırlanıyordu. Ama Kaf-Sin-Kaf’ın sevinci uzun sürmedi ve yeni oyuna giren Batuhan Artarslan 62’nci dakikada farkı bire indirdi. 

Daha neyin ne olduğunu anlamadan penaltı kazandı 1461 Trabzon ve 65’te Emrullah Kokoç ile eşitliği sağlandı. Bordo mavili fırtına bununla da dinmedi ve Martinik asıllı Fransız golcüsü Yoann Arquin ile durumu 3-2’ye getirdi. 1461 Trabzon takımı galibiyete 6 dakikada bulduğu gollerle uzanırken, aynı zamanda söz konusu dakikaları izleyebilen futbol severlere de kolay kolay unutamayacakları muhteşem bir geri dönüşe imza attı. 
*FourFourTwo Dergisi Ekim 2015 Sayısında Yayımlanmıştır.