22 Aralık 2012 Cumartesi

Mourinho’nun El Clasico ile imtihanı*



Real Madrid’in başında 2. sezonunu geçiren Portekizli teknik adam Jose Mourinho, Şubat sonuna kadar 10 tane El Clasico’ya çıktı… Ve Real Madrid bunlardan sadece birini, Kral Kupası finalini kazandı. Futbol tarihinin en başarılı teknik adamlarından biri, belki de ilki olan Mourinho için bu tam anlamıyla kabus gibi bir tablo. Her geçen gün dünyanın gelmiş geçmiş en iyi takımı olduğu konusunda kimsenin şüphesi kalmayan Barcelona karşısında Mourinho’nun Real Madrid’i ne yaptı, ne yapmaya çalıştı, ne kadarını başarabildi ya da ne yapabilirdi… Barcelona oynadığı her maçta futbolseverlere, futbol üzerine kafa yoranlara yeni bir şeyler sergilemektedir. Bir takım daha ne kadar iyi olabilir ki! “Başka bir dünyanın futbolunu oynuyor” denen bu takımın daha neler yapacağını, daha nasıl bir futbol oynayacağını bu oyunun tutkunu olan herkes gibi ben de pür dikkat görmek, izlemek, şaşırmak, keyif almak için bekliyorum. Ama bu yazıda asıl ele alacağım ve tartışmak istediğim, Barcelona karşısındaki Mourinho ve onun Real Madrid’i...

Dünya futbolunun en büyük rekabetlerinden olan Real Madrid – Barcelona maçları, aynı zamanda futbol üzerine biraz daha kafa yormamız için harika bir fırsat. Hele bir de Jose Mourinho bu işin içine girdi mi, işin keyfi bir başka oluyor!

Tarih: 29 Kasım 2010 Yer: Nou Camp
Jose Mourinho’nin ilk El Clasico’su…
Barcelona Real Madrid’i 5-0 ile sahadan siliyor ve Portekizli teknik adam kariyerinin belki de en ağır, en “aşağılayıcı” yenilgisini alıyordu…



Bu maç Mourinho’nun Nou Camp çimlerinde yumruğu havada, zafer turu attığı Şampiyonlar Ligi yarı final rövanş maçının yaklaşık 7 ay sonrasında oynandı… Ama Katalanlar “eski tercümanlarının” Inter’in başında ve üstelik de kendi evlerindeki kutlamayla finale yürümesini hiç ama hiç unutmadı, affetmedi.

4 yıldır inşa ettiği Inter’in, 3-1 ve 1-1 ile Barcelona’yı elemesi ve Şampiyonlar Ligi’ni kazanmasının ardından Mourinho tekrar Avrupa’nın zirvesine çıktı. Hemen sonrasında Real Madrid Başkanı Florentino Perez, Barcelona’yı durdurmak için getirebileceği en iyi, belki de tek ismi, Jose Mourinho’yu getirdi takımın başına.
2 kez Şampiyonlar Ligi’ni kazanan, Porto, Chelsea ve Inter ile kendini fazlasıyla kanıtlayan bu sıradışı teknik adam, Portekiz, İngiltere ve İtalya’nın ardından İspanya’daki futbol düzenini değiştirebilecek miydi, ya da ne kadar etki edebilecekti. Ama bu kez karşısında dünyanın gelmiş geçmiş en iyi futbol takımı vardı: Barcelona.

2010 – 2011 sezonuna çok hızlı giren Mourinho’nun yeni kurduğu Real Madrid’i sadece 2 beraberlikle, 13. haftada lider olarak Nou Camp’a geldi. 7 aydır bu günü bekleyen Barcelona, son maçında Almeira’ya 8 atmış, Real Madrid ise Athletic Bilbao’yu 5-1 yenmişti.
Ne olacağını herkes merakla beklerken, Barcelona bir futbol takımının sergileyebileceği en iyi performanslardan birini ortaya koydu ve 5-0 kazandı. Real Madrid sahadan silinmişti… Katalanlar, her zamankinden farklı hırslarıyla, maçı sadece Real Madrid’e karşı değil de sanki Mourinho’ya karşı da oynamış ve kazanmıştı…

Tarihi maçın ardından Pep Guardiola her zamanki mütevazılığıyla, “Bize böyle oynamayı öğreten Johan Cruyff’a teşekkür ediyorum” diyerek, galibiyeti “Barcelona Efsanesi”nin en büyük mimarına armağan etti. Tabii herkes Mourinho’nun ne diyeceğini bekliyordu. Hemen başka bir maça çıkıp kazanmak ve bu maçı unutmak istediklerini söyleyen Mourinho, “Barcelona tamamlanmış bir ürün. Biz ise çok yeni bir takımız” diyerek meslektaşı Guardiola ile benzer bir yere vurgu yaptı.



1979’da tekrar hizmete açılan Barcelona’nın altyapı okulu La Masia, Cruyff’un 1988’de gelişiyle bir futbolcu fabrikasına dönüştü. Son 3 yılda üst üste La Liga şampiyonlukları ve 2 Şampiyonlar Ligi Şampiyonluğu’nda, kadrosundaki 10’un üzerinde alt yapı oyuncusu ile oynayan Barcelona durdurulamaz bir takım haline geldi.
Inter ile Barcelona’yı geçen Mourinho, İspanya’da çok ağır bir yenilgiyle karşılandı. Barcelona maçından sonra Lig’de, Kral Kupası ve Şampiyonlar Ligi’nde çok iyi bir grafik yakalayan Real Madrid, Nisan 2011’e kadar başarılı bir şekilde geldi. Ve sıra futbol tutkunlarının bayram ettiği 18 günde oynan 4 El Clasico’ya geldi. İlk randevuya Lig’in 32. haftasında çıkılırken, Barcelona 8 puanlık avantajını korumak istiyordu. Mourinho’nun gözü ise 4 gün sonraki Kral Kupası’ndaydı… Her Mourinho takımı gibi Real Madrid de çok saldırgan, hızlı, coşkulu ve hiç bıkmadan atak yapan bir ekip olma yolunda ilerlerken, Portekizli, Barcelona karşısında farklı bir tercih yaptı ve stoper Pepe’yi orta sahaya koydu. Alonso - Khedira – Pepe üçlüsünün önünde Di Maria – Ronaldo – Benzema vardı. Her şartta paslaşmayı ve yardımlaşmayı başaran Barcelona’yı agresif ve sert bir oyunla durdurmayı düşünen Mourinho, hızlı ve kısa yoldan atak yapıp gol aradı. Barcelona karşısında oynattığı sert futbolla çok eleştirilen Mourinho, bu 90 dakikada futbol olarak istediğini almış olacak ki sonraki El Clasico’larda bu temelden hareket etti. Topun kontrolünün Barcelona’da olmasını (belki de çaresizce) kabul eden Real Madrid, 1-2 pozisyon dışında rakibini iyi durdurdu ve istediği fırsatları da yakaladı. 51. dakikada Albiol’un atılması ile 10 kişi kalan ve Messi’nin penaltısıyla geriye düşen Real Madrid, özellikle Mesut Özil’in oyuna girmesiyle çok daha iyi futbol oynadı ve Ronaldo ile eşitliği sağladı. Bu 90 dakika Mourinho ve Real Madrid cephesini umutlandırdı.



Sırada Kral Kupası finali vardı. Katalanlar’ın aklı 1 hafta sonra oynanacak Şampiyonlar Ligi yarı finalindeydi. Yine orta sahada Alonso - Khedira – Pepe üçlüsü ve bu üçlüye eklenen Ramos, Carvalho, Arbeloa ve Marcelo’dan oluşan 7’li sert blok vardı. Mourinho’nun Barcelona planı belli olmuştu: 7’li sert savunma, Ronaldo merkezli ileri hattın, hızlı ve doğrudan sonuca giden atakları… 2 taraf da net pozisyonları harcarken, maç uzatmalara gitti. 102’nci dakikada Di Maria’nın muhteşem ortasında Ronaldo golü buldu ve Kral Kupası Real Madrid’in oldu. İki maç da Barcelona’nın üstünlüğünde geçmiş olsa da İspanya’daki ilk kupasını kazanan Mourinho, Katalanlar’ı nasıl durduracağını olmasa da sonuç almayı şimdilik çözmüş gibi göründü.

Sıra geldi Şampiyonlar Ligi yarı finaline ve 3. El Clasico’ya…

Moralli Real Madrid, çift maçları iyi oynayan Mourinho’nun da özgüveniyle Santiago Bernabeu’daki ilk maça çıktı. Taktik yine benzerdi: top rakipteyken sert futbol, top alındığında ise hızlı bir şekilde ve en kestirme yoldan rakip kaleye gitmek. Farklı olarak, Mourinho önceki maçlara oranla biraz daha temkinli bir futbol tercih ederken, Barcelona da bu oyuna ayak uydurdu. Sahadaki sertlik her maç daha da artarken, El Clasico’ların en kötü ve sıkıcı 45 dakikası oynandı. Hemen hemen pozisyonsuz, zevksiz ve adına yakışmayan bir ilk yarı... Mourinho istediğini almış gibiydi ve şimdi 2. yarıda sonuca gitme zamanı gelmişti. Real Madrid öne çıkmaya başlamıştı ki Barcelona maçlarının kritik adamı Pepe, kırmızı kart gördü. Alman hakem Wolfgang Stark, Dani Alves’e sert giren (Alves epey abartmış olsa da sert bir müdahaleydi) Pepe’yi doğrudan kırmızı kartla oyundan atarken, Mourinho bu karara büyük tepki gösterdi ve o da tribüne gönderildi. 10 kişi ile Barcelona’ya 15 dakika direnebilen Real Madrid’de Marcelo’nun ayağının bir an kaymasını iyi değerlendiren Afellay, Messi’ye golü attırdı. Messi ile 1 gol daha bulan Katalanlar 2-0 kazandı ve finalin kapısını açtı. Pepe’nin atılması maçtan sonra uzun süre tartışıldı ve sert açıklamaları nedeniyle Mourinho, UEFA’dan ceza aldı. Nou Camp’taki rövanş, ilk maçın gölgesinde oynanırken mücadele 1-1 bitti ve Barcelona finale yükseldi. En büyük rakibini geçen Barcelona, finalde Manchester United’ı harika bir futbolla 3-1 yendi ve 4. kez Şampiyonlar Ligi Kupası’nı müzesine götürdü.  

İspanya’daki ilk sezonunda Mourinho, Barcelona’dan ağır darbe aldı. Lig’i ve Şampiyonlar Ligi’ni kaybetti, tek tesellisi Kral Kupası oldu.

Bu sezona genel olarak bakacak olursak; Dünyanın en iyi takımı olarak gördüğüm Barcelona mutlak kazanandır hiç şüphesiz. Ama detaylara inecek olursak, Real’in ve Mourinho’nun, en azından bölüm bölüm de olsa Barcelona’yı sarsabilecek tek takım (Mourinho’nun ilk maçtaki Inter’i hariç) olma ihtimalini sürdürdüğünü söyleyebiliriz. Barcelona’nın sarsıldığı başka bir istisna maç ise geçen yıl Şampiyonlar Ligi çeyrek final ilk Arsenal maçı olmuştu. 19’luk Jack Wilshere’in öncülüğünde Barcelona gibi oynayıp Barcelona’yı 2-1 yenen Wenger’in takımı 2. maçta ayağına kadar gelen fırsatı değerlendiremedi ve elendi.




Yeni sezonda Mourinho, takımını inşa etmeye devam ederken, olgunluk dönemindeki Barcelona futbolunu daha da büyütmeyi, geliştirmeyi sürdürdü. Üstelik Xavi – Iniesta’nın yanına, 2-3 yıldır yoğun bir uğraş sonucunda “küçük kardeş” Fabregas da eklendi. Ezeli rakipler bu kez de İspanya Süper Kupası’nda karşılaştı. Real’in dizilişi ve taktiği bu sefer biraz farklıydı. Real Madrid kendi klasik dizilişiyle denemek istedi. Pepe stopere geçmiş, 2’li orta saha Khedira – Alonso ve onların önünde Di Maria – Mesut Özil - Benzema – Ronaldo dörtlüsü… Kötü hazırlık dönemi geçiren Barcelona karşısında Real Madrid biraz daha iyi göründü bu 2 maçta. El Clasico’larda kötü oynayan Mesut Özil, 2-2 biten ilk maçta gol attı, ilk kez 90 dakika oynadı. Rövanş biraz daha “denk güçlerin mücadelesi”ni andırır gibiydi. Barcelona karşısında pek görünmeyen Christiano Ronaldo gol attı ama son sözü yine Lionel Messi söyledi ve Katalanlar 3-2 ile Süper Kupa’yı kazandı.
Mourinho’lu 8. El Clasico, La Liga’nın 15. haftasındaydı. Portekizli yine aynı taktikle sahaya çıktı. Pepe stoper, Lass – Alonso ikilisi ve önlerinde Di Maria – Mesut Özil - Benzema – Ronaldo dörtlüsü. Daha 1. dakikada Valdes’in hatasını değerlendiren Benzema golü attı. İlk 30 dakika oyunu çok iyi tutan Real Madrid, Barcelona karşısında asla yapmaması gereken bir şey yaptı ve anlık bir dalgınlıkla, her Real Madrid maçına damga vuran 1 numaralı isim, Lionel Messi’yi kaçırdı ve Arjantinli yıldız Alexis’e golü attırdı. İkinci yarıda önce Marcelo kendi kalesine attı ve ardından Fabregas 3-1’e getirdi. Yine kazanan Barcelona oldu.

Yine olmadı, Mourinho ve özellikle Barcelona maçlarında kötü oynayan Christiano Ronaldo’ya ilk kez tepkiler yükselmeye başladı.

Bu yenilgiden sonra Mourinho, 3 maçtır denediği taktikten vazgeçti ve geçen yıl uyguladığı 7’li sert bloğa döndü. 9. El Clasico, Kral Kupası çeyrek finalindeydi. Pepe – Lass – Alonso orta sahası ile futbolunu daha da sertleştiren Real Madrid, bu maçta oyun olarak sanki başarmış gibiydi. Real, Xavi – Iniesta ikilisini ilk defa, tam anlamıyla durdurdu ve Ronaldo ile 1-0 önde geçti. Ama Barça yine bir çözüm buldu, hem de Real’i en güçlü yanından vurdu: kornerde Puyol müthiş yükseldi ve skor 1-1... Buna rağmen oyunu Real Madrid iyi tutarken, o ana kadar sahada pek gözükmeyen Lionel Messi, Abidal’e olağanüstü bir asist yaptı. Yine, yine ve yine kazanan Barcelona oldu. Mourinho her ne denese Barcelona illa bir çözüm buldu, kah takım olarak, kah bireysel olarak Messi ile…




Mourinho için felaket bir tablo: 9 El Clasico ve sadece 1 galibiyet…

Ve nihayet 10. El Clasico…

“Mourinho ne yapabilir” diye düşünürken, Ronaldo, Benzema, Kaka ve Mesut Özil aynı anda 11’de sahaya çıktı. Bunu ilk defa yapıyordu Mourinho… Bu dörtlünün arkasında Xabi Alonso – Lassana Diara, defansta da Ramos – Pepe – Arbeloa – Coentrao hattı vardı. Ve ilk defa Mourinho ve Real Madrid, Barcelona karşısında denk bir takım gibi (hatta üstün bir takım gibi) oynadı. 9 maçta beklenin çok uzağında kalan Mesut Özil, bu maçta tam tersi bir performans sergiledi ve maçın yıldızı oldu. Hele de pek yapmadığı, 35 metreden attığı şut, Mesut’un sahada, El Clasica’da “ben de varım” dediği andı… İlk yarıda iyi oynayan Mesut öncülüğündeki Real, ama 2-0 öne geçen Barça oldu.
Mourinho’nun takımı Ronaldo’suyla, Mesut’uyla, Kaka’sıyla, Alonso’suyla Barcelona karşısında zincirlerini artık kırmıştı. Coşkulu, saldırgan, her atağı golle sonuçlandırmayı hedefleyen Real, Ronaldo ve Benzema ile 2-2 yaptı, 3’ü kaçırdı. Hakem Fernando Teixeira Vitienes’in kötü yönetiminin (penaltı pozisyonu, maçı erken bitirmesi gibi) etkili olduğu maç 2-2 bitti ve Barcelona Kral Kupası’nda yarı finale yükseldi. Ama varsın gitsin elensin, bu maçın kazananı nihayet Mourinho ve Real Madrid olmuştu… Hele de Mourinho’nun, 88’de atılan Sergio Ramos’u taç çizgisinde karşılaması, sarılması ve uzun uzun kulağına bir şeyler anlatması, kaybederken de kazanılabileceğinin fotoğrafıydı…

Sonuç yerine:
Barcelona karşısında farklı taktik ve oyuncular deneyen Mourinho, denemekten vazgeçmeyecekti ve vazgeçmedi de. Sanırım, en azından futbol olarak, (10. El Clasico) Kral Kupası çeyrek final rövanş maçında başardı. Ama Mourinho için bu yeterli olmayacaktır... Henüz sonuç eksik… La Liga’da farklı bir şekilde şampiyonluğa koşan Real Madrid, bakalım bu sezonki Şampiyonlar Ligi’nde muhtemel Barcelona eşleşmesinde neler yapacak. Ve tabii La Liga’nın 34. haftasındaki El Clasico var… Ama şurası kesin ki, Barcelona’ya karşı oynuyorsanız, sadece takım olarak değil, oyuncuların bireysel açıdan yapacakları da hayati derecede önemli bir hale geliyor. Burada özellikle Ronaldo – Mesut Özil ikilisinin, bu son maç hariç, kötü, silik performansı Portekizlinin, oyuncu bağlamında belini büken en önemli konu. Çünkü Barcelona karşısında hata yapamazsınız, mesela ayağınız kayamaz (Marcelo’nun Afellay karşısında olduğu gibi), bir an bile olsa Messi’yi unutamazsınız ve tabii ki yakaladığınız her gol pozisyonu son fırsatınızmış gibi, telafisi yokmuş gibi hareket etmeniz gerekiyor. Hiç kuşku yok, Barcelona dünyanın en iyi takımı... Ama bu takım karşısında, denedikleriyle, yaptıklarıyla ya da yapmaya çalıştıklarıyla Jose Mourinho, futbol zihnimizi açmaya, futbol üzerine yeni soru işaretleri bırakmaya devam ediyor. 

*Ankara Plus Dergisi Mart – 2012 Sayasında yayımlandı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder