22 Aralık 2012 Cumartesi

Mevkisini arayan numara: 10*


Değişen, dönüşen futbol düzeninde mevkiiler, oyuncu tipleri ciddi bir şekilde etkilendi. Kimi form değiştirdi, kimi olduğu gibi kaldı, kimi kayboldu… Bunların arasında biri var ki hala ne olacağı, ne yapacağı belli değil: 10 numara. Oyun sistemlerin ve saha dizilişlerinin pek yer bulamadığı, ama teknik adamların yeteneklerinden dolayı da bir türlü vazgeçmek istemediği, artık biraz da ‘baş belası’ olmuş biri… Eskisi neydi, hala var olabilir mi, ya da nasıl bir 10 numara kendine sahada yer bulabilir?

Modern futbolun başlangıcını net bir tarih olarak söylemek zor olsa da, 1970 Dünya Kupası’nın Brezilya’sı ile 1974 ve 1978’in Hollanda’sının oynadığı futbol milat olarak alınabilir. Michael – Cruyff ikilisinin Hollanda – Ajax – Barcelona üçgeninde kâh saha içinden, kâh saha kenarından büyük bir zarafetle inşa ettikleri futbol düzenine “Total Futbol” adı verildi. Total Futbol da modern futbolun gelişim hattında temel oldu. Arigo Sacchi dönemindeki Milan’ın da katkılarıyla modern futbol kendi oyun sistemlerini, futbolcusunu, mevkii tiplerini oturtturdu, geliştirdi… Bu süreçlerle birlikte endüstrileşen futbol dünyası, bu güzel oyunun gidişatında yeni ama despot mu despot belirleyicilerden biri oldu. 2000’ler gelip çatığında ise sanırım futbolda post - modern dönemin ipuçları, sinyalleri çıkmaya başladı. Değişen futbolcu profilleri, mevkii tanımlamaları, saha dizilişleri vs…

Modern Futbol, Total Futbol, Endüstrileşen Futbol nedir ne değildir, ya da “Futbol Nereye!” sorularını başka bir yazının konusu olarak bırakalım şimdilik. Futbol tıpkı dünya gibi, çağ gibi, hayat gibi, biz gibi değişiyor, dönüşüyor, başka bir hal alıyor. Bunlar yaşanırken, futbolcu fiziğinden tutun da, topun sahada kalma süresine, maç sayısından saha dizilişlerine, topun şeklinden kramponların - çimin (bazen de suni çimin) kalitesine, yıldız – yetenekli oyuncu anlayışından mevkilere kadar pek çok futbola dair unsur, tanım da bazen katılaşıyor, bazen buharlaşıyor, bazen dönüşüyor, bazen de kayboluyor… Saha dizilişi ve buna bağlı olarak da mevkiiler bu farklılaşmanın en gözle görünür kanıtları bence… 2 – 8, 2 – 3 - 5, WM, Catenaccio, 4 – 4 – 2, 3 – 5 – 2 derken İbrahim Altınsay’ın da sık sık vurguladığı gibi Cruyff ve arkadaşlarının oynadığı ve oynattığı 4 – 3 – 3’ün türevleri bugünün en revaç sistemleri oldu. 4 – 3 – 3 türevlerini yaratırken, mevkiler de değişmeye başladı.

Futbol değişti, dönüştü, tabii ki mevkiiler de, oyuncular da...

Bir dönemin pek rağbet gören sarkık liberosu tarihe karıştı. Sadece iyi top tutan, kurtaran kaleci değil, aynı zamanda topu iyi oyuna sokan, gerektiğinde de eskinin liberosunun yerini alarak, ceza sahası dışı çıkışları yapan kaleci revaçta. Sadece kaleci için geçerli değil bu durum. Defansın kesici, biraz kazma stoperleri artık hazırlık pasının bir numaralı sorumluları oldu. 4’lü savunmada belki de en önemli değişimi yaşayan mevkii bekler oldu. Önceleri sadece rakip kanat adamını tutması ve yerinde ters kademeye girmesi yeterli bulunan bekler, artık en fazla asist yapanlar arasına girdi. Eskiden rakip sol – sağ açıkların başından ayrılmayan bekler, artık yüksek tempolu ve dayanıklı olmanın yanı sıra iyi top kullanan, haleflerinin aksine de orta sahanın çok ötesine geçen, rakip ceza sahasında gol hazırlayan, gol arayan oyunculara dönüştü. Eskinin 6 ve 8 numarası yine çok çalışkan. Tanıl Bora’nın “getir götür işlerine bakan” dediği futbolcu tipi yeni sistemin temeli oldu. Gerek geri dörtlünün önünde tek çapa gibi, gerek ikili göbek formülüyle çift yönlü orta saha oyuncusu modern futbolun tartışmasız en önemli ürünü. Carlos Dunga, Jose Maria Bakero’nun atası olarak kabul edebileceğimiz bu orta saha tipinin en üst seviye isimleri olarak Xavi, İniesta, Lampart, Fabregas gibilerini sayabiliriz. Yeni dönemde özelliklerini belki de en çok koruyan forvetler, golcüler oldu. Gol atanın özelliklerini değiştirmek ne Modern Futbol, ne de Endüstriyel Futbol’un harcı oldu. Gerd Müller, Van Basten, Romario, Ronaldo, Batistuta, Vieri, Eto’o, İbrahimoviç, Drogba, Falcao gibi pek çok ismi saydığımızda farklı dönemlerde oynamış olsalar da şunu görüyoruz ki, bu golcüler sistemin değil, kendi yeteneklerinin sonuçlarıdırlar. Daha güçlü, daha dayanıklı, daha çok koşan olabilirler ama Batistuta ile Falcao, Gerd Müller ile Romario arasında çok da büyük mental fark yok. Golcü golcüdür, dönem, sistem ona pek dokunamadı şimdilik. Kenar hücum adamları da nispeten kendini korurken, solda da sağda da oynayabilen, içeriye girebilen, arkasındaki beke alan açan özelliklerini yapısına eklemiş oldu. Şu ana kadar saydığım mevkiiler, oyuncu tipleri değişti, dönüştü ya da olduğu gibi kaldı ama bir şekilde varlığını sürdürdü.



İşte bu sistemin kimlik bunalımı yaşattığı, nerede duracağını, nereye koyacağını kestiremediği, ama bir türlü vazgeçemediği ve hala aradığı biri var: 10 numara

Pele ve özellikle Maradona’yla yıldız oyuncunun numarası haline gelen 10 numara, forvet arkası, serbest oyuncu modeli Modern Futbol’un bu olgunlaşma döneminde kendine hala yer aramaya devam ediyor. Solakların ağırlıkta olduğu bu janjanlı mevkii ve formanın, Zinedine Zidane, Rui Costa, Roberto Baggio gibi sağ ayaklılar da hakkını fazlasıyla verdi. Artan tempo, ikili mücadele ve sertlik, çift oyun beklentisi (belki de zorunluluğu) bu tarz oyunculara ve onları oynatan teknik direktör ve takımlarına ciddi sıkıntı olmaya başladı. İkinci forvetten feragat edip, tek forvet yanı, arkasında onun açıklarını kapatacak en az 2 güçlü, koşan oyuncu oynatma gibi çareler köklü ve sistemsel olmaktan çok, anlık ya da çözümsüzlükten bulunan ama derde uzun vadeli deva olmayan yöntemler oldu. 1996 – 2001 sürecindeki Galatasaray’da Hakan Şükür, Emre, Suat, Okan, Hasan arasında kollanıp korunan Hagi, çok benzerini 7 yıldır yaşayan Fenerbahçe ve Alex de Souza, “Şifo Mehmet – Sergen Yalçın yan yana oynar mı?” soruları, süreçleri, durumları hep bu sorunun tezahürleridir. Böyle olunca vazgeçilmesi zor yeteneklere sahip bu ‘baş belası’ oyuncular, Avrupa’da ve özellikle futbolun geldiği en üst seviye olan Şampiyonlar Ligi’nde kendilerine yer bulmakta zorlandı. Ya temposunu, gücünü, dayanıklılığını arttırdı (ki bu kez de yeteneklerinden bekleneni verdikleri söylenemez) ve 10 numaralıklıktan, 8’e hatta 6’ya evirildi. Zidane, Rui Costa ve Roberto Baggio gibi dünya yıldızları dışında ‘namusu’ elden bırakmadan bunu başaran çok az oyuncu oldu. Bence mevkide bir sorun yok, hatta hala ihtiyaç var.



Buradaki soru ve sorun 10 numarayı bu tip oyuncuyla mı doldurmak gerekiyor?

Türkiye’deki durumu Alex, Florin Cernat, Adrian Mierzejewski ve Sezer Öztürk örneklerinde biraz aşağıda tartışalım. Ama önce şu dönemde dünyada neler oluyor, bizim 10 numaranın vaziyeti ne, ona bakalım kısaca. Muhtemelen sabırsızlık edip “Ee Messi 10 numara değil mi?” diyenlere Messi, olağanüstü yetenekleriyle gelmiş geçmiş en büyük futbolculardan biri olabilir, ama sol ayağına ve sırtındaki formaya aldanmadan, hemen şunu söylemeliyim ki; Messi bir forvet, bir golcüdür bana göre. Aynen bir - iki seviye altındaki Alex de Souza gibi, Gheorghe Hagi gibi. Zidane – Rui Costa – Sergen Yalçın gibiler anlatmaya çalıştığım oyuncu profiline daha uyuyor, hatta zorlasak Xavi, Iniesta, Fabregas, Gerrard daha fazla 10 numara gibi geliyor düşününce.



Başka türlü bir futbol, başka türlü bir 10 numara!

Orta saha ve forvet arasında, ama orta saha özelliklerini oyun karakterine daha fazla sinmiştir benim anladığım 10 numaranın. 10 numara orijinli oyuncuların dolduramadığı bu pozisyona benim en büyüt adayım Cristiano Ronaldo. İlginç gelebilir, fundamental özellikleri hiç andırmasa da, forvet arkasında, kenarlarda aldığı toplar, yaptığı şut ve çalım tercihlerine baktığımızda sanki orayı en iyi dolduran isim gibi geliyor. Türkiye’ye bakarsak, hali hazırdaki örneklerle bizim 10 numaranın hallerini daha yakından görebiliriz. Hemen başta söyleyeyim, Alex davayı satmıştır! Üstün oyun zekası ve müthiş sol ayağı ile kendini forvetin oralara atan Alex, yine de attığı goller ve yaptığı asistlerle fazlasıyla hak ederek, Türk futbol tarihinin şimdiden en başarılı isimlerinden biri oldu.
Yeter mi bilmem ama ‘3 nefer’ 10 numaralıktan ödün vermiyor gibi görünüyor şimdilik. Karabükspor’un Romen kaptanı Florin Cernat, Fenerbahçeli (Eskişehirspor’daki performansı referans alınarak) Sezer Öztürk ve Trabzonspor’un yeni Polonyalısı Adrian Mierzejewski Türkiye futbolu ve Ligi seviyesinde olsa da tam anlamıyla hala bir 10 numara olarak var olmaya devam ediyorlar. ‘Dayanın yiğitler!’ diyesi geliyor insanın. Ama öte yandan başka biri bir şeyler yapacak gibi, hem de sessiz ve sedasız… Mesut Özil’den bahsediyorum. Zidane ile kıyaslanmaya başlayan Mesut Özil, olağanüstü başarılı bir sadelikle, asaletle 10’un çoktan kaybedilmiş pek çok cephesini tek tek geri almaya başladı sanki. Eskisi gibi olmayan, ama her halinden onu atası olarak gören bir 10 numara hala mümkün mü? Yine yetenekli, yine solak ya da en azından solak karakterinde olsun isterim... Yine ayağına top çok yakışan, ama topu ayağında daha az tutan, buna karşın çok daha fazla topla buluşan bir 10 numara… Daha güçlü, daha tempolu, daha çok ikili mücadeleye giren (karizmayı çizdirmeden tabii). Başka bir futbol mümkün mü, bizim 10 numara yaşar mı? ‘Güzel bakan, güzel görür!’ ve ‘Umut fakirin ekmeğidir!’ sözlerinden de cesaret alarak, Mesut Özil, hala mümkün olabileceğinin ümidini veriyor.

*Ankara Plus Dergisi’nin Kasım - 2011 Sayısında yayımlandı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder