22 Aralık 2012 Cumartesi

İlhan Mansız: Türk futbolunun kursağında kalan golcü*



             Evet, kursağımızda kalmıştır İlhan Mansız… Fizik kapasitesi, şut özelliği, gol vuruşları, mücadeleci yapısı, hırsı, isyankarlığı, saldırganlığı, kuvveti… Tam anlamıyla total bir golcü, bir forvet tipiydi… “Şövalye ruhlu, Son Mohikan, Türkiye’nin George Best’i” diyor onun için İbrahim Altınsay… Sanıldığından da çok çok az izledik aslında onu. Samsunspor’daki son sezona ve Beşiktaş’taki 2 buçuk yıla sığdırdık bu özel golcüyü. Şaşırabiliriz, ama evet, sadece 2 buçuk sene oynadı çocukluk hayallerini süslediği takımda… Unutulmaz Senegal maçı, daha ilk sezonunda Beşiktaş’taki gol krallığı, 100. yıl şampiyonluğu, Gençlerbirliği kupa maçındaki hat-trick’i, kanlar içinde kaldığı Chelsea maçı, Roberto Carlos’u afallatan çalımı aklımıza geliverir hemen… Bir yanıyla Beşiktaş’a attığı golden sonra sevinmeyecek kadar romantik, bir yanıyla da yenilgiyi asla kabullenmeyen öfkesiyle asi bir savaşçı… Sakatlıkları, popülerliği, yakışıklılığı, her fırsatta gündeme taşınan özel hayatı… Japonya transferi ve başlayan düşüş… Vissel Kobe’deki birkaç maçın ardından Hertha Berlin ve Ankaragücü’ndeki ümitsiz çabalar… Ve futbola sessiz sedasız veda… Ardından dizi oyunculuğu, buz pateni, dans yarışmaları ve yorumculuk… 


Aktif futbolculuğun ardından, dizi oyunculuğu, buz pateni, yarışmalar, yorumculuk vs. Herkesin merak ettiği bir soru ile başlayalım; İlhan Mansız’ın kariyer planlaması nedir?

Benim bir kariyer planlamam yok! Sonuçta kendime koyduğum bir hedefim, hayalim var. Onun için çalışıyorum. Onun yanı sıra gelen projeleri, teklifleri hedefimi engellemediği sürece değerlendiriyorum. Hayalim de, hedefim de 2014 Kış Olimpiyat Oyunları’na katılmak.

Peki, bu yöndeki buz pateni çalışmaları nasıl gidiyor?

Çalışmalar iyi gidiyor. Yaklaşık 2 aydır Almanya’da yeni bir hocayla çalışıyoruz. Haftada 5 – 6 gün, günde de 4 – 5 saat antrenman yapıyorum. Bunun yanında yardımcı olabilecek ‘Yok Böyle Dans’ projesinde yer aldım. Günde 2 saati aşkın bir süre de dans çalışmalarım vardı. Yani günün çoğunu idman yaparak geçiriyorum.



Daha önce yaptığın pek çok söyleşide futbolun içinde olmayı düşündüğünü söylemiştin, değişti mi düşüncen?

Futbolun içinde olmak şöyle ki, teknik direktör olarak düşünmüyorum. Daha çok aktif olarak oynamayı isterdim, hep futbol oynamayı istedim sadece. Sakatlıklar bunu erken bitirdi ki sakatlanmasam da belli süresi var zaten, eninde sonunda bırakmak zorunda kalıyorsunuz. Ama şu an hala üst seviyede spor yapabilecek durumdayım. Öyle olduğunu düşündüğüm için de kendime 2014 Kış Olimpiyatları hedefini koydum. O anlamda da aslında aktif sporculuk hayatımı sürdürüyorum.



Biraz önceye gidelim. Seninle ilgili bir yazıda “İlhan Mansız akşam güneşi gibiydi, ömrü kısa gölgesi uzundu!” benzetmesi yapılmıştı. Geçmişe baktığında, özellikle sakatlıklar kariyerini belirledi. Bu kadar sakatlanmasaydın nerede olurdun sana göre?

Kendimi nasıl değerlendiriyorum. Sakatlanmasaydım keşke bu kadar diyorum. Ama sakatlanmasıydım ne olurdu bilmiyorum. Böyle bir fikre sahip değilim. Sakatlanmışım artık, bunu değiştiremiyorum. İleriye bakıyorum bu yüzden, ben geçmişe takılmıyorum hiçbir zaman. Hayatı geçmişte yaşamıyorum. Tabii ki geçmişte yapılan yanlışı – doğrusu her şeyiyle insan kendini sorgulamalı, ders almalı. Çünkü başka türlü kendinizi geliştiremezsiniz. O yüzden, geçmişimle ilgili fikir üretebiliriz ama sakatlanmasaydım şu noktaya gelirdim demek bana saçma geliyor. Sonuçta değiştiremeyeceğim şeyler için enerji harcamak gereksiz.

Sakatlıkların çok konuşuldu, özellikle tedavi süreçleri… Pişmanlıkların, hataların var mı?

Sakatlıklar konusunda bir pişmanlığım, bir hatam olmadı hiç. Ben hiçbir zaman düzensiz bir hayat yaşamadım. Ama Türkiye’de bazı saçmalıklar da asla bitmiyor. Aradan neredeyse 10 sene geçmiş ve hala gündeme hep bu konular geliyor. Artık dayanamıyorum özellikle medyanın bu tavrına (sinirleniyor).

Ama sakatlıklardan erken, tam iyileşmeden dönme Türkiye’de çok sık olan bir şey.

Öyle bir şey olmadı. Eklem sakatlanmalarında çok büyük bir sorun yok. Ben 19 yaşında sol dizimden menüsküs ameliyatı oldum, 2 hafta sonra idmanlara döndüm ve o dizimden daha sonra bir problem yaşamadım. Yani bu ne demek, yapılan ameliyat ve tedavi başarılı. 2002’de İstanbul’da ameliyat oldum, 3 hafta sonra sahalara dönmeye çalıştım, ama olmadı. Tekrar Almanya’ya gittim ameliyat oldum. Evet, bu benim için başarısız bir ameliyat oldu. Bunun yaşam şekliyle ilgisi yok. Ama açık açık söyleyebilirim, tek pişmanlığım şudur: İstanbul’da ameliyat olmasaydım keşke, evet tek pişmanlığım budur, Türk doktorlarına güvenmem benim en büyük pişmanlığım, benim hatam buydu.



1999 – 2004 arasındaki yıllarda müthiş bir İlhan Mansız vardı. Yıldızının tam anlamıyla parladığı yıllardı. Özellikle Beşiktaş ile senin aranda çok büyük bir kenetlenme oldu. Ve etkin de çok büyük oldu. Beşiktaşlılar hala seni ve senin gibi bir forveti arıyor. Beşiktaş ile ilgili neler söylersin?

Ya tabii ki çocukluğumdan beri ben Beşiktaşlıydım. 9 yaşında ilk defa Türkiye’ye geldim ve 4 sene burada yaşadım. O yüzden Beşiktaş tutkum yurt dışında yaşayan hemşehrilerime göre biraz daha fazla tabii. Çünkü Beşiktaş’a ve Türkiye’ye daha yakındım. Ve tabii bir gün tuttuğunuz takımda oynayabilmek bir hayal. Benim çocukluğumdan beri hayalim profesyonel bir futbolcu olmaktı. Bunu gerçekleştirmek tabii çok güzel bir duygu, bir de tuttuğunuz takımda bunu yapmak apayrı bir mutluluk. Ama burada şöyle bir durum var. Mesela Bülent Korkmaz… O tüm kariyerini Galatasaray’da geçirdi, uzun yıllar Galatasaray’a hizmet etti. Onun gibi olabilmek bence çok önemli. Çünkü benim Beşiktaş’taki kariyerim sadece 2,5 sene sürdü. Bence Bülent Korkmaz gibi altyapıdan gelip bu kariyeri yapan futbolculara daha iyi sahip çıkmak gerekiyor, hak ettiği değeri vermek lazım bence. Hayatını bir kulüpte geçirenlere kıymet verilmedikten sonra bu ülkede, benim gibi sadece 2,5 senesi geçirmiş futbolcuya değer verilmemesi gayet normal.



Tabii o yıllara döndüğümüzde, ya da İlhan Mansız dediğimizde herkesin ilk aklına gelen 2002 Dünya Kupası ve Senegal maçı oluyor…

Tabii ki kariyerimin en flaş dönemlerini yaşadım o zaman. İstanbul’a 26 yaşımda geldim. Takım olarak çok başarılı olamadık ve ligi 3. bitirdik. Ama ben oynadığım ilk sezonda 21 gol attım, Arif Erdem ile birlikte gol kralı oldum. Bunun neticesinde Japonya  ve Güney Kore’nin ortak düzenlediği Dünya Kupası’na gittim. Orada her ne kadar az forma şansı bulsam da attığım gollerle bir iz bıraktım.

Peki, bu müthiş parlak bir dönemden sonra ani bir kararla Japonya’ya transferi oldun. Pek beklenen bir şey değildi bu… Doğru muydu bu sence?

Doğrusu yanlışı yok bunun. Sonuçta kulüp sizin kalmanızı istemiyorsa ve diğer kulüple anlaşmışsa sizin yapacak bir şeyiniz kalmaz. Ya sorun çıkartacaksınız, ya da gideceksiniz başka şansınız yok. Sonuçta 28 yaşında bir futbolcunun Avrupa hayali varken, Şampiyonlar Ligi’nde oynama hayali varken Japonya’ya tabii ki kariyer açısından gitmez. Ama sonuçta kulüp o dönem Japon kulüple anlaşmıştı ve bana da gitmek kaldı.


Futbolun ardından buz pateni senin için bir tutkuya mı dönüştü?

Aslında bu tutkuya dönüşmedi. Bu sadece dışarıdan bakınca imkansız gibi görüneni başarmak, elde etme hedefi. Sonuçta daha önce hayatında hiç buzun üstüne çıkmamış birine bu spor adına en üst turnuvaya katılabilme hedefini koyabilmesi büyük bir cesaret. Bunda tabii ki mantık da var, çünkü belli bir sürecimiz var bu projeyi gerçekleştirebilmek için. Kısıtlı bir zamanımız var. Bu zaman içerisinde belli aşamaları kaydedersek başarılı oluruz. Bu aşamaları istediğimiz zamanda geçemezsek zaten bu projeyi zamanı geldiğinde bırakmak gerekiyor. Fakat şu an için her şey planladığımız düzende gidiyor. Yaklaşık 2,5 senemiz daha var. Bir sakatlık olmazsa ve istediğimiz aşamaları, planladığımız zamanda geçersek önümüzdeki senenin sonunda yarışmalara başlayabilecek duruma gelmemiz gerekiyor.

Son olarak, çok önemli bir popüler figürsün, medyada bir yıldızsın… Futbolculuğundan bu yana her yaptığın takip edildi, doğrusuyla yanlışıyla haber oldu… Bu seni yordu mu, yıprattı mı?

Beni yormadı, fakat belli alanlarda çoğu zaman üzdü. Şu anlamda üzdü: Yapmış olduğum röportajlarımın çoğu başka yerle çekilmeye çalışıldı, başka türlü gösterilmeye çalışıldı. İnsanlar da tabii ki medyadan takip ettikleri gibi bizi hayal ettikleri için olumlu ve ya olumsuz etkiler bırakıyor. O anlamda medyadaki arkadaşların bunu göz önünde bulundurmaları gerekiyor çünkü ellerinde gerçekten çok büyük bir güç var. Ama ben kendimi çok iyi bildiğim için bir sorun yok, fakat medyada yapılan olumsuz haberler ailemi, beni tanıyan insanları etkileyebilir ya da sevenlerimi olumsuz etkileyebilir. O anlamda benim derdim şirin gözükmek de değil. Benim derdim sadece verdiğim mesajı doğru algılayabilmekte. Ya ben doğru mesajı veremiyorum, ya da medya benim vermek istediğim mesajı alamıyor. Benim sorunum orada... 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder