Real Madrid’in başında 2. sezonunu
geçiren Portekizli teknik adam Jose Mourinho, Şubat sonuna kadar 10 tane El
Clasico’ya çıktı… Ve Real Madrid bunlardan sadece birini, Kral Kupası finalini
kazandı. Futbol tarihinin en başarılı teknik adamlarından biri, belki de ilki
olan Mourinho için bu tam anlamıyla kabus gibi bir tablo. Her geçen gün dünyanın
gelmiş geçmiş en iyi takımı olduğu konusunda kimsenin şüphesi kalmayan Barcelona
karşısında Mourinho’nun Real Madrid’i ne yaptı, ne yapmaya çalıştı, ne kadarını
başarabildi ya da ne yapabilirdi… Barcelona oynadığı her maçta futbolseverlere,
futbol üzerine kafa yoranlara yeni bir şeyler sergilemektedir. Bir takım daha ne kadar iyi olabilir ki! “Başka
bir dünyanın futbolunu oynuyor” denen bu takımın daha neler yapacağını,
daha nasıl bir futbol oynayacağını bu oyunun tutkunu olan herkes gibi ben de
pür dikkat görmek, izlemek, şaşırmak, keyif almak için bekliyorum. Ama bu
yazıda asıl ele alacağım ve tartışmak istediğim, Barcelona karşısındaki
Mourinho ve onun Real Madrid’i...
Dünya futbolunun en büyük rekabetlerinden olan Real Madrid –
Barcelona maçları, aynı zamanda futbol üzerine biraz daha kafa yormamız için
harika bir fırsat. Hele bir de Jose Mourinho bu işin içine girdi mi, işin keyfi
bir başka oluyor!
Tarih: 29 Kasım 2010
Yer: Nou Camp
Jose Mourinho’nin ilk
El Clasico’su…
Barcelona Real
Madrid’i 5-0 ile sahadan siliyor ve Portekizli teknik adam kariyerinin belki de
en ağır, en “aşağılayıcı” yenilgisini alıyordu…
Bu maç Mourinho’nun Nou Camp çimlerinde yumruğu havada, zafer turu attığı Şampiyonlar Ligi yarı final rövanş maçının yaklaşık 7 ay sonrasında oynandı… Ama Katalanlar “eski tercümanlarının” Inter’in başında ve üstelik de kendi evlerindeki kutlamayla finale yürümesini hiç ama hiç unutmadı, affetmedi.
4 yıldır inşa ettiği Inter’in, 3-1 ve 1-1 ile Barcelona’yı
elemesi ve Şampiyonlar Ligi’ni kazanmasının ardından Mourinho tekrar Avrupa’nın
zirvesine çıktı. Hemen sonrasında Real Madrid Başkanı Florentino Perez,
Barcelona’yı durdurmak için getirebileceği en iyi, belki de tek ismi, Jose
Mourinho’yu getirdi takımın başına.
2 kez Şampiyonlar Ligi’ni kazanan, Porto, Chelsea ve Inter
ile kendini fazlasıyla kanıtlayan bu sıradışı teknik adam, Portekiz, İngiltere
ve İtalya’nın ardından İspanya’daki futbol düzenini değiştirebilecek miydi, ya
da ne kadar etki edebilecekti. Ama bu kez karşısında dünyanın gelmiş geçmiş en
iyi futbol takımı vardı: Barcelona.
2010 – 2011 sezonuna çok hızlı giren Mourinho’nun yeni
kurduğu Real Madrid’i sadece 2 beraberlikle, 13. haftada lider olarak Nou
Camp’a geldi. 7 aydır bu günü bekleyen Barcelona, son maçında Almeira’ya 8
atmış, Real Madrid ise Athletic Bilbao’yu 5-1 yenmişti.
Ne olacağını herkes merakla beklerken, Barcelona bir futbol takımının sergileyebileceği en iyi
performanslardan birini ortaya koydu ve 5-0 kazandı. Real Madrid sahadan
silinmişti… Katalanlar, her zamankinden farklı hırslarıyla, maçı sadece Real
Madrid’e karşı değil de sanki Mourinho’ya karşı da oynamış ve kazanmıştı…
Tarihi maçın ardından Pep Guardiola her zamanki mütevazılığıyla,
“Bize böyle oynamayı öğreten Johan
Cruyff’a teşekkür ediyorum” diyerek, galibiyeti “Barcelona Efsanesi”nin en
büyük mimarına armağan etti. Tabii herkes Mourinho’nun ne diyeceğini
bekliyordu. Hemen başka bir maça çıkıp kazanmak ve bu maçı unutmak
istediklerini söyleyen Mourinho, “Barcelona
tamamlanmış bir ürün. Biz ise çok yeni bir takımız” diyerek meslektaşı
Guardiola ile benzer bir yere vurgu yaptı.
1979’da tekrar hizmete açılan Barcelona’nın altyapı okulu La Masia, Cruyff’un 1988’de gelişiyle bir futbolcu fabrikasına dönüştü. Son 3 yılda üst üste La Liga şampiyonlukları ve 2 Şampiyonlar Ligi Şampiyonluğu’nda, kadrosundaki 10’un üzerinde alt yapı oyuncusu ile oynayan Barcelona durdurulamaz bir takım haline geldi.
Inter ile Barcelona’yı geçen Mourinho, İspanya’da çok ağır
bir yenilgiyle karşılandı. Barcelona maçından sonra Lig’de, Kral Kupası ve
Şampiyonlar Ligi’nde çok iyi bir grafik yakalayan Real Madrid, Nisan 2011’e kadar
başarılı bir şekilde geldi. Ve sıra
futbol tutkunlarının bayram ettiği 18 günde oynan 4 El Clasico’ya geldi. İlk
randevuya Lig’in 32. haftasında çıkılırken, Barcelona 8 puanlık avantajını
korumak istiyordu. Mourinho’nun gözü ise 4 gün sonraki Kral Kupası’ndaydı… Her
Mourinho takımı gibi Real Madrid de çok saldırgan, hızlı, coşkulu ve hiç
bıkmadan atak yapan bir ekip olma yolunda ilerlerken, Portekizli, Barcelona
karşısında farklı bir tercih yaptı ve stoper Pepe’yi orta sahaya koydu. Alonso
- Khedira – Pepe üçlüsünün önünde Di Maria – Ronaldo – Benzema vardı. Her
şartta paslaşmayı ve yardımlaşmayı başaran Barcelona’yı agresif ve sert bir
oyunla durdurmayı düşünen Mourinho, hızlı ve kısa yoldan atak yapıp gol aradı.
Barcelona karşısında oynattığı sert futbolla çok eleştirilen Mourinho, bu 90
dakikada futbol olarak istediğini almış olacak ki sonraki El Clasico’larda bu
temelden hareket etti. Topun kontrolünün Barcelona’da olmasını (belki de
çaresizce) kabul eden Real Madrid, 1-2 pozisyon dışında rakibini iyi durdurdu
ve istediği fırsatları da yakaladı. 51. dakikada Albiol’un atılması ile 10 kişi
kalan ve Messi’nin penaltısıyla geriye düşen Real Madrid, özellikle Mesut
Özil’in oyuna girmesiyle çok daha iyi futbol oynadı ve Ronaldo ile eşitliği
sağladı. Bu 90 dakika Mourinho ve Real Madrid cephesini umutlandırdı.
Sırada Kral Kupası finali vardı. Katalanlar’ın aklı 1 hafta
sonra oynanacak Şampiyonlar Ligi yarı finalindeydi. Yine orta sahada Alonso -
Khedira – Pepe üçlüsü ve bu üçlüye eklenen Ramos, Carvalho, Arbeloa ve Marcelo’dan
oluşan 7’li sert blok vardı. Mourinho’nun Barcelona planı belli olmuştu: 7’li
sert savunma, Ronaldo merkezli ileri hattın, hızlı ve doğrudan sonuca giden
atakları… 2 taraf da net pozisyonları harcarken, maç uzatmalara gitti. 102’nci
dakikada Di Maria’nın muhteşem ortasında Ronaldo golü buldu ve Kral Kupası Real
Madrid’in oldu. İki maç da Barcelona’nın üstünlüğünde geçmiş olsa da
İspanya’daki ilk kupasını kazanan Mourinho, Katalanlar’ı nasıl durduracağını
olmasa da sonuç almayı şimdilik çözmüş gibi göründü.
Sıra geldi
Şampiyonlar Ligi yarı finaline ve 3. El Clasico’ya…
Moralli Real Madrid, çift maçları iyi oynayan Mourinho’nun
da özgüveniyle Santiago Bernabeu’daki ilk maça çıktı. Taktik yine benzerdi: top rakipteyken sert futbol, top
alındığında ise hızlı bir şekilde ve en kestirme yoldan rakip kaleye gitmek.
Farklı olarak, Mourinho önceki maçlara oranla biraz daha temkinli bir futbol
tercih ederken, Barcelona da bu oyuna ayak uydurdu. Sahadaki sertlik her maç
daha da artarken, El Clasico’ların en kötü ve sıkıcı 45 dakikası oynandı. Hemen
hemen pozisyonsuz, zevksiz ve adına yakışmayan bir ilk yarı... Mourinho
istediğini almış gibiydi ve şimdi 2. yarıda sonuca gitme zamanı gelmişti. Real
Madrid öne çıkmaya başlamıştı ki Barcelona maçlarının kritik adamı Pepe,
kırmızı kart gördü. Alman hakem Wolfgang Stark, Dani Alves’e sert giren (Alves
epey abartmış olsa da sert bir müdahaleydi) Pepe’yi doğrudan kırmızı kartla
oyundan atarken, Mourinho bu karara büyük tepki gösterdi ve o da tribüne
gönderildi. 10 kişi ile Barcelona’ya 15 dakika direnebilen Real Madrid’de
Marcelo’nun ayağının bir an kaymasını iyi değerlendiren Afellay, Messi’ye golü
attırdı. Messi ile 1 gol daha bulan Katalanlar 2-0 kazandı ve finalin kapısını
açtı. Pepe’nin atılması maçtan sonra uzun süre tartışıldı ve sert açıklamaları
nedeniyle Mourinho, UEFA’dan ceza aldı. Nou Camp’taki rövanş, ilk maçın
gölgesinde oynanırken mücadele 1-1 bitti ve Barcelona finale yükseldi. En büyük
rakibini geçen Barcelona, finalde Manchester United’ı harika bir futbolla 3-1
yendi ve 4. kez Şampiyonlar Ligi Kupası’nı müzesine götürdü.
İspanya’daki ilk
sezonunda Mourinho, Barcelona’dan ağır darbe aldı. Lig’i ve Şampiyonlar Ligi’ni
kaybetti, tek tesellisi Kral Kupası oldu.
Bu sezona genel olarak bakacak olursak; Dünyanın en iyi
takımı olarak gördüğüm Barcelona mutlak kazanandır hiç şüphesiz. Ama detaylara
inecek olursak, Real’in ve Mourinho’nun, en azından bölüm bölüm de olsa
Barcelona’yı sarsabilecek tek takım (Mourinho’nun ilk maçtaki Inter’i hariç) olma
ihtimalini sürdürdüğünü söyleyebiliriz. Barcelona’nın sarsıldığı başka bir
istisna maç ise geçen yıl Şampiyonlar Ligi çeyrek final ilk Arsenal maçı olmuştu.
19’luk Jack Wilshere’in öncülüğünde Barcelona gibi oynayıp Barcelona’yı 2-1
yenen Wenger’in takımı 2. maçta ayağına kadar gelen fırsatı değerlendiremedi ve
elendi.
Yeni sezonda Mourinho,
takımını inşa etmeye devam ederken, olgunluk dönemindeki Barcelona futbolunu daha
da büyütmeyi, geliştirmeyi sürdürdü. Üstelik Xavi – Iniesta’nın yanına, 2-3
yıldır yoğun bir uğraş sonucunda “küçük kardeş” Fabregas da eklendi. Ezeli
rakipler bu kez de İspanya Süper Kupası’nda karşılaştı. Real’in dizilişi ve
taktiği bu sefer biraz farklıydı. Real Madrid kendi klasik dizilişiyle denemek
istedi. Pepe stopere geçmiş, 2’li orta saha Khedira – Alonso ve onların önünde
Di Maria – Mesut Özil - Benzema – Ronaldo dörtlüsü… Kötü hazırlık dönemi
geçiren Barcelona karşısında Real Madrid biraz daha iyi göründü bu 2 maçta. El
Clasico’larda kötü oynayan Mesut Özil, 2-2 biten ilk maçta gol attı, ilk kez 90
dakika oynadı. Rövanş biraz daha “denk güçlerin mücadelesi”ni andırır gibiydi.
Barcelona karşısında pek görünmeyen Christiano Ronaldo gol attı ama son sözü
yine Lionel Messi söyledi ve Katalanlar 3-2 ile Süper Kupa’yı kazandı.
Mourinho’lu 8. El Clasico, La Liga’nın 15. haftasındaydı. Portekizli
yine aynı taktikle sahaya çıktı. Pepe stoper, Lass – Alonso ikilisi ve
önlerinde Di Maria – Mesut Özil - Benzema – Ronaldo dörtlüsü. Daha 1. dakikada
Valdes’in hatasını değerlendiren Benzema golü attı. İlk 30 dakika oyunu çok iyi
tutan Real Madrid, Barcelona karşısında asla yapmaması gereken bir şey yaptı ve
anlık bir dalgınlıkla, her Real Madrid maçına damga vuran 1 numaralı isim,
Lionel Messi’yi kaçırdı ve Arjantinli yıldız Alexis’e golü attırdı. İkinci
yarıda önce Marcelo kendi kalesine attı ve ardından Fabregas 3-1’e getirdi. Yine
kazanan Barcelona oldu.
Yine olmadı, Mourinho
ve özellikle Barcelona maçlarında kötü oynayan Christiano Ronaldo’ya ilk kez tepkiler
yükselmeye başladı.
Bu yenilgiden sonra Mourinho, 3 maçtır denediği taktikten
vazgeçti ve geçen yıl uyguladığı 7’li sert bloğa döndü. 9. El Clasico, Kral
Kupası çeyrek finalindeydi. Pepe – Lass – Alonso orta sahası ile futbolunu daha
da sertleştiren Real Madrid, bu maçta oyun olarak sanki başarmış gibiydi. Real,
Xavi – Iniesta ikilisini ilk defa, tam anlamıyla durdurdu ve Ronaldo ile 1-0
önde geçti. Ama Barça yine bir çözüm buldu, hem de Real’i en güçlü yanından
vurdu: kornerde Puyol müthiş yükseldi ve skor 1-1... Buna rağmen oyunu Real
Madrid iyi tutarken, o ana kadar sahada pek gözükmeyen Lionel Messi, Abidal’e
olağanüstü bir asist yaptı. Yine, yine ve yine kazanan Barcelona oldu. Mourinho
her ne denese Barcelona illa bir çözüm buldu, kah takım olarak, kah bireysel
olarak Messi ile…
Mourinho için felaket
bir tablo: 9 El Clasico ve sadece 1 galibiyet…
Ve nihayet 10. El
Clasico…
“Mourinho ne yapabilir” diye düşünürken, Ronaldo, Benzema,
Kaka ve Mesut Özil aynı anda 11’de sahaya çıktı. Bunu ilk defa yapıyordu
Mourinho… Bu dörtlünün arkasında Xabi Alonso – Lassana Diara, defansta da Ramos
– Pepe – Arbeloa – Coentrao hattı vardı. Ve ilk defa Mourinho ve Real Madrid,
Barcelona karşısında denk bir takım gibi (hatta üstün bir takım gibi) oynadı. 9
maçta beklenin çok uzağında kalan Mesut Özil, bu maçta tam tersi bir performans
sergiledi ve maçın yıldızı oldu. Hele de pek yapmadığı, 35 metreden attığı şut,
Mesut’un sahada, El Clasica’da “ben de varım” dediği andı… İlk yarıda iyi
oynayan Mesut öncülüğündeki Real, ama 2-0 öne geçen Barça oldu.
Mourinho’nun takımı Ronaldo’suyla,
Mesut’uyla, Kaka’sıyla, Alonso’suyla Barcelona karşısında zincirlerini artık
kırmıştı. Coşkulu, saldırgan, her atağı golle sonuçlandırmayı hedefleyen
Real, Ronaldo ve Benzema ile 2-2 yaptı, 3’ü kaçırdı. Hakem Fernando Teixeira
Vitienes’in kötü yönetiminin (penaltı pozisyonu, maçı erken bitirmesi gibi)
etkili olduğu maç 2-2 bitti ve Barcelona Kral Kupası’nda yarı finale yükseldi. Ama varsın gitsin elensin, bu maçın
kazananı nihayet Mourinho ve Real Madrid olmuştu… Hele de Mourinho’nun,
88’de atılan Sergio Ramos’u taç çizgisinde karşılaması, sarılması ve uzun uzun
kulağına bir şeyler anlatması, kaybederken de kazanılabileceğinin fotoğrafıydı…
Sonuç yerine:
Barcelona karşısında farklı taktik ve oyuncular deneyen
Mourinho, denemekten vazgeçmeyecekti ve vazgeçmedi de. Sanırım, en azından
futbol olarak, (10. El Clasico) Kral Kupası çeyrek final rövanş maçında
başardı. Ama Mourinho için bu yeterli olmayacaktır... Henüz sonuç eksik… La
Liga’da farklı bir şekilde şampiyonluğa koşan Real Madrid, bakalım bu sezonki
Şampiyonlar Ligi’nde muhtemel Barcelona eşleşmesinde neler yapacak. Ve tabii La
Liga’nın 34. haftasındaki El Clasico var… Ama
şurası kesin ki, Barcelona’ya karşı oynuyorsanız, sadece takım olarak değil,
oyuncuların bireysel açıdan yapacakları da hayati derecede önemli bir hale
geliyor. Burada özellikle Ronaldo – Mesut Özil ikilisinin, bu son maç
hariç, kötü, silik performansı Portekizlinin, oyuncu bağlamında belini büken en
önemli konu. Çünkü Barcelona karşısında
hata yapamazsınız, mesela ayağınız kayamaz (Marcelo’nun Afellay karşısında
olduğu gibi), bir an bile olsa Messi’yi unutamazsınız ve tabii ki yakaladığınız
her gol pozisyonu son fırsatınızmış gibi, telafisi yokmuş gibi hareket etmeniz
gerekiyor. Hiç kuşku yok, Barcelona dünyanın en iyi takımı... Ama bu takım
karşısında, denedikleriyle, yaptıklarıyla ya da yapmaya çalıştıklarıyla Jose Mourinho,
futbol zihnimizi açmaya, futbol üzerine yeni soru işaretleri bırakmaya devam
ediyor.
*Ankara Plus Dergisi Mart – 2012 Sayasında yayımlandı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder