Türk
futbolunun son yıllardaki en büyük yıldızı: Arda Turan
“9
kere çalıma girip kaptırsam da, 10’uncu kez tekrar çalıma girerim. Bu benim en
önemli özelliğim.”
9 ağustos 2006’da
Galatasaray, Şampiyonlar Ligi 3. ön eleme turu ilk maçında, Çek Mlade Boleslav
takımını 5-2 yenerken Türkiye yeni bir yıldız adayı ile tanıştı: Arda Turan.
2 gol atan Arda, yarım sezonluk Manisaspor
deneyiminden sonra Eric Gerets tarafından Galatasaray’a tekrar alınmış ve genç oyuncunun
yükselişi başlamıştı. UEFA zaferi sonrası bir türlü toparlanamayan
Galatasaray’da Arda, çok kısa bir sürede yeni umut, yeni lider adayı olarak
kendini kabul ettirdi. Mlade Boleslav maçının ardından daha 3 yıl geçmeden, 10
temmuz 2009’da Arda Turan Galatasaray’ın yeni kaptanı oldu. Apar topar,
yangından mal kaçırırmış gibi bu ağır sorumluluk verilen Arda’ya, Gheorghe Hagi
sonrası bir türlü sahibi bulunamayan 10 numaralı forma da takdim edildi. Takımı
Arda üzerine kurmaya çalışan Adnan Polat yönetimi, Sabri Sarıoğlu’na bile
(Sabri 1984 doğumlu, Arda 1987 doğumlu) “abi” diyen bir oyuncu için sıkıntılı
süreç başladı. Sportif anlamda tarihinin en kötü dönemlerini yaşayan
Galatasaray’da Arda’dan beklentiler kat ve kat arttı.
Ukalalık sınırlarını zorlayan bir özgüven! Sevimlilik ile antipatiklik arasında gidip gelen bir gülümseme, kahkaha!
Özel hayatı, çekinmeden
yaptığı meydan okurcasına açıklamalar, sakatlıkları Arda’yı medyanın bir
numaralı hedefi haline getirmeye yetti ve arttı bile. EURO 2008’den sonra Arda
için durgunluk dönemi başladı. Kişisel performansı zaman zaman yükselse de
devamlılığı bir türlü yakalayamadı. Geçen sene başında İspanya’nın Atletico
Madrid kulübü genç oyuncuyu istedi ama sonuç alamadı. Adnan Polat yönetiminin
değişmesiyle Fatih Terim’in takımın başına gelmesi, Arda’nın Galatasaray’da
kalacağı tahminlerini arttırdı. Ama, Arda’nın kararı bu yönde olmadı ve Mesut
Özil’den sonra bir Türk futbolcu için ödenen en büyük ücretle Madrid yolunu
tuttu. 12 milyon Avro bonservis bedeliyle Atletico Madrid’e transfer olan Arda,
belki de Avrupa için son birkaç fırsatından birini değerlendirmiş oldu. 24
yaşında ve doğru zamanda Avrupa’ya giden Arda, kendisine uygun bir takımı
seçti. Avrupa’nın en önemli başaltı takımlarından biri olan Atletico Madrid,
Manchester City’ye transfer olan Arjantinli yıldız Sergio Aguero’un yerine yeni
lideri olarak Arda Turan’ı görüyor. Bu hem Arda için, hem Türk futbolu için
önemli bir deneyim olacak. Şu ana kadar büyük yıldız olarak görülen Türk
futbolcuları (Tanju Çolak, Rıdvan Dilmen, Sergen Yalçın, Hakan Şükür, Hasan
Şaş, Rüştü Reçber, Emre Belözoğlu, Tuncay Şanlı vs.) ya Avrupa’ya gidemedi ya
da gidip tutunamadı. Arda’nın süreci Türk futbolu açısından iyi bir ayna, iyi
bir örnek durumda olacaktır.
Arda
Turan, Galatasaray’ın kaybolan 87-88 doğumlu altın jenerasyonundan olabilen tek
büyük yıldızı. O kadrodan bazı isimler şöyle: Cafercan Aksu, Mehmet Güven, Uğur
Uçar, Aydın Yılmaz, Ferhat Torun, Özgürcan Özcan, Mülayim Erdem, Erhan Şentürk,
Semih Erdem, Efecan Karaca, Anıl Karaer, Alparslan Erdem, Uğur Akdemir...
AVANTAJLARI:
Oyun görüşü ve zekası. Müthiş özgüveni. En kötü
koşullarda bile sorumluluktan kaçmaması. EURO 2008’de İsviçre ile oynanan grup
maçında, her şey kötü giderken topu ısrarla ayağında tutarak Türkiye’nin maça
ve turnuvaya tutunmasını sağladı. Final paslarındaki başarısı. İki kenar ve
forvet arkasında oynayabiliyor olması. Şehreminli Lisesi ve Manisaspor’da çizgi
ve sağ bek olmak üzere farklı mevkilerde oynamış olması oyun görüşünde ciddi
katkılar sağladı. Fiziği iyi durumda olduğunda hiç beklenmedik derece iyi
defans yapmayı bilmesi.
DEZAVANTAJLARI:
Yetersiz vücut ergonomisi. Devamlılık eksiği.
Oynadığı mevki ve çizdiği yıldız profiline göre şut özelliği yetersiz. Ayrıca duran
topları kullanmada vasat. Fazla sakatlık
yaşaması ve geçirdiği sakatlıkların kendini tekrar edebilecek sakatlıklar
olması önemli handikap. Özellikle Türkiye koşullarında büyük yıldız olmanın
ağırlığında zaman zaman ezilmesi. İspanya medyası ilk başlarda olmasa da zamanla
kendisini rahat bırakmayacaktır. Gözü ve kulağı Türkiye’de olacağı için de
bunaldığı Türk medyası onu yine bulur.
Hasan
Şaş mı, Arda Turan mı?
Mevkileri, çizgiyi kullanma biçimleri, oyun alanları
ve saha içi tercihlerinin benzerliği bu kıyaslamanın temel nedenidir. Şu an
için iki isim arasında çıkan en önemli fark, kariyer planlamasındaki tercihler.
Özellikle 2000 – 2003 yılları arasında kariyerin en iyi yıllarını geçirirken
Hasan Şaş, kendisini ısrarla isteyen Inter ve Liverpool gibi Avrupa kulüplerine
gitmedi, Galatasaray’da kaldı. Arda ise 24 yaşında ve belki en fazla 1 yıllık
bir ertelemeyle Atletico Madrid gibi Avrupa’nın en önemli başaltı takımlarından
birine transfer oldu. Hasan Şaş, bel kıvraklığı, çevikliği ve çabukluğundan
kaynaklı müthiş hızlanma ve durabilme özelliğine sahipti. Bununla paralel, Arda
kısa bacakları ve topu hiç ayağından açmadan tutmasının avantajıyla sol
çizgideki etkinlikleri iki oyuncuda da birbirine çok benzer ve yakın. Ama son
paslardaki estetik, topun hassasiyeti ve pasın kalitesine baktığımızda Hasan
Şaş’ın bir tık, bir seviye üstte olduğunu söyleyebiliriz. Hasan’ın attığı pası,
ağır çekimde izlediğimizde topun dönme şekliyle, Arda’nın pası ya da
ortasındaki topun gidiş, dönüş hali gözümüzün önüne geldiğinde tespit daha iyi anlaşılır.
Yine Hasan’ın devamlılığı, fizik kalitesi ile (Mircea Lucescu faktörü) Arda’dan
üstün olduğunu söyleyebiliriz. İkisi arasındaki benzer bir nokta da, Arda’nın Hasan
abisi gibi sahada sık sık sakinliğini kaybedip, bol bol kart görmesi. Özet
olarak söylemek gerekirse, Hasan Şaş daha iyi bir oyuncuydu, ama Arda Turan
daha büyük bir futbolcu oldu, oluyor!
Hayıflanma
niyetiyle bir kıyaslama: Sergen Yalçın – Arda Turan!
Not:
Bu değerlendirmenin temelinde yatan sebebi hikmeti “Sergen’e çok yazık oldu... Evet,
doğru, yazık oldu, ama arkadaş Türkiye’deki futbol dünyası da Sergen’e çok
yazık etmedi mi?” duygu halidir.
Arda sahada rakip oyuncuya kafa attı, Fenerbahçe
maçı öncesi Cristian Baroni’yi kovaladı adeta. Yine Fenerbahçe maçında Semih
Şentürk ile saha ortasında yumruklaştı. Basın tribününe Emre abisi kadar olmasa
da el kol mesajları gönderdi. Medya ile girdiği gergin ilişkide zaman zaman çok
sertleşti, duygusallaştı, gözleri doldu. Özel hayatıyla hep gündemde oldu. Sakatlıkları
çok eleştirildi, tartışıldı. Sergen Yalçın, tüm kariyeri boyunca emin olun
bunun yarısını bile yapmadı. Özel hayatı, at yarışlarına düşkünlüğü, kendine
iyi bakmamasıyla hep eleştirildi Sergen. Haklılık payı var tabi ki bu
eleştirilerin... Ama Sergen’in naif, doğal ve kendince halini o dönemde
yöneticiler ve medya daha iyi anlayabilirdi. Arda’nın 24 yaşına kadar olumsuz
anlamda yaptıkları şimdiden bile onu çoktan geçti. Ama Türkiye çok hızlı değişen
bir ülke. O gün bir çırpıda Sergen’i silen yönetici profili ve medya, Arda’ya epey
yüklenmiş olsa da, nihayetinde bunu yapmadı veya yapamadı, ki bu gerçekten
olumlu bir gelişme. Yıldız dediğiniz futbolcuya herkesle aynı muameleyi yapamazsınız.
Sahada, saha dışında farklı bir misyon yüklediğiniz biri, doğal olarak farklı
bir değeri de hak ediyor! Bu değerlendirme doğruluktan, olması gerekenden çok,
durumun ve pratiğin böyle olduğu iddiasındandır. Sergen ve Arda arasında yetenek
kıyaslamasının çok yerinde olmadığını söyleyebiliriz. Sergen, belki de Türk
futbolunun gördüğü en büyük yetenek. Eğer bu ülkede doğru bir yıldız futbolcu
yönetimi olabilseydi, Sergen Yalçın, Zinedine Zidane, Rui Costa, Del Piero, Steven
Gerrard ve Eric Cantona gibilerinin hemen arkasında, belki de yanında olacaktı.
Oyun görüşü ve zekası, top tekniği, inanılmaz sol ayağı ve fizik kapasitesi
gibi özellikleri düşünüldüğünde Sergen, kesinlikle bir dünya yıldızı olma
potansiyelini tam anlamıyla taşıyordu.
*Ankara PLUS Dergisi Eylül – 2011 Sayısında yayımlandı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder