Değişen, dönüşen futbol düzeninde
mevkiiler, oyuncu tipleri ciddi bir şekilde etkilendi. Kimi form değiştirdi,
kimi olduğu gibi kaldı, kimi kayboldu… Bunların arasında biri var ki hala ne
olacağı, ne yapacağı belli değil: 10 numara. Oyun sistemlerin ve saha
dizilişlerinin pek yer bulamadığı, ama teknik adamların yeteneklerinden dolayı
da bir türlü vazgeçmek istemediği, artık biraz da ‘baş belası’ olmuş biri…
Eskisi neydi, hala var olabilir mi, ya da nasıl bir 10 numara kendine sahada
yer bulabilir?
Modern futbolun başlangıcını net
bir tarih olarak söylemek zor olsa da, 1970 Dünya Kupası’nın Brezilya’sı ile 1974
ve 1978’in Hollanda’sının oynadığı futbol milat olarak alınabilir. Michael –
Cruyff ikilisinin Hollanda – Ajax – Barcelona üçgeninde kâh saha içinden, kâh saha
kenarından büyük bir zarafetle inşa ettikleri futbol düzenine “Total Futbol”
adı verildi. Total Futbol da modern futbolun gelişim hattında temel oldu. Arigo
Sacchi dönemindeki Milan’ın da katkılarıyla modern futbol kendi oyun sistemlerini,
futbolcusunu, mevkii tiplerini oturtturdu, geliştirdi… Bu süreçlerle birlikte
endüstrileşen futbol dünyası, bu güzel oyunun gidişatında yeni ama despot mu
despot belirleyicilerden biri oldu. 2000’ler gelip çatığında ise sanırım
futbolda post - modern dönemin ipuçları, sinyalleri çıkmaya başladı. Değişen
futbolcu profilleri, mevkii tanımlamaları, saha dizilişleri vs…
Modern Futbol, Total Futbol, Endüstrileşen Futbol nedir ne
değildir, ya da “Futbol Nereye!” sorularını başka bir yazının konusu olarak
bırakalım şimdilik. Futbol tıpkı dünya gibi, çağ gibi, hayat gibi, biz gibi değişiyor,
dönüşüyor, başka bir hal alıyor. Bunlar yaşanırken, futbolcu fiziğinden tutun
da, topun sahada kalma süresine, maç sayısından saha dizilişlerine, topun
şeklinden kramponların - çimin (bazen de suni çimin) kalitesine, yıldız –
yetenekli oyuncu anlayışından mevkilere kadar pek çok futbola dair unsur, tanım
da bazen katılaşıyor, bazen buharlaşıyor, bazen dönüşüyor, bazen de kayboluyor…
Saha dizilişi ve buna bağlı olarak da mevkiiler bu farklılaşmanın en gözle
görünür kanıtları bence… 2 – 8, 2 – 3 - 5, WM, Catenaccio, 4 – 4 – 2, 3 – 5
– 2 derken İbrahim Altınsay’ın da sık sık vurguladığı gibi Cruyff ve
arkadaşlarının oynadığı ve oynattığı 4 – 3 – 3’ün türevleri bugünün en revaç
sistemleri oldu. 4 – 3 – 3 türevlerini yaratırken, mevkiler de değişmeye
başladı.
Futbol değişti,
dönüştü, tabii ki mevkiiler de, oyuncular da...
Bir dönemin pek rağbet gören sarkık liberosu tarihe karıştı.
Sadece iyi top tutan, kurtaran kaleci değil, aynı zamanda topu iyi oyuna sokan,
gerektiğinde de eskinin liberosunun yerini alarak, ceza sahası dışı çıkışları
yapan kaleci revaçta. Sadece kaleci için geçerli değil bu durum. Defansın
kesici, biraz kazma stoperleri artık hazırlık pasının bir numaralı sorumluları
oldu. 4’lü savunmada belki de en önemli değişimi yaşayan mevkii bekler oldu. Önceleri
sadece rakip kanat adamını tutması ve yerinde ters kademeye girmesi yeterli
bulunan bekler, artık en fazla asist yapanlar arasına girdi. Eskiden rakip sol
– sağ açıkların başından ayrılmayan bekler, artık yüksek tempolu ve dayanıklı
olmanın yanı sıra iyi top kullanan, haleflerinin aksine de orta sahanın çok
ötesine geçen, rakip ceza sahasında gol hazırlayan, gol arayan oyunculara
dönüştü. Eskinin 6 ve 8 numarası yine çok çalışkan. Tanıl Bora’nın “getir götür
işlerine bakan” dediği futbolcu tipi yeni sistemin temeli oldu. Gerek geri
dörtlünün önünde tek çapa gibi, gerek ikili göbek formülüyle çift yönlü orta
saha oyuncusu modern futbolun tartışmasız en önemli ürünü. Carlos Dunga, Jose
Maria Bakero’nun atası olarak kabul edebileceğimiz bu orta saha tipinin en üst
seviye isimleri olarak Xavi, İniesta, Lampart, Fabregas gibilerini sayabiliriz.
Yeni dönemde özelliklerini belki de en çok koruyan forvetler, golcüler oldu.
Gol atanın özelliklerini değiştirmek ne Modern Futbol, ne de Endüstriyel
Futbol’un harcı oldu. Gerd Müller, Van Basten, Romario, Ronaldo, Batistuta,
Vieri, Eto’o, İbrahimoviç, Drogba, Falcao gibi pek çok ismi saydığımızda farklı
dönemlerde oynamış olsalar da şunu görüyoruz ki, bu golcüler sistemin değil,
kendi yeteneklerinin sonuçlarıdırlar. Daha güçlü, daha dayanıklı, daha çok
koşan olabilirler ama Batistuta ile Falcao, Gerd Müller ile Romario arasında
çok da büyük mental fark yok. Golcü golcüdür, dönem, sistem ona pek dokunamadı
şimdilik. Kenar hücum adamları da nispeten kendini korurken, solda da sağda da
oynayabilen, içeriye girebilen, arkasındaki beke alan açan özelliklerini
yapısına eklemiş oldu. Şu ana kadar saydığım mevkiiler, oyuncu tipleri değişti,
dönüştü ya da olduğu gibi kaldı ama bir şekilde varlığını sürdürdü.
İşte bu sistemin
kimlik bunalımı yaşattığı, nerede duracağını, nereye koyacağını kestiremediği,
ama bir türlü vazgeçemediği ve hala aradığı biri var: 10 numara
Pele ve özellikle Maradona’yla yıldız oyuncunun numarası
haline gelen 10 numara, forvet arkası, serbest oyuncu modeli Modern Futbol’un
bu olgunlaşma döneminde kendine hala yer aramaya devam ediyor. Solakların
ağırlıkta olduğu bu janjanlı mevkii ve formanın, Zinedine Zidane, Rui Costa,
Roberto Baggio gibi sağ ayaklılar da hakkını fazlasıyla verdi. Artan tempo,
ikili mücadele ve sertlik, çift oyun beklentisi (belki de zorunluluğu) bu tarz
oyunculara ve onları oynatan teknik direktör ve takımlarına ciddi sıkıntı
olmaya başladı. İkinci forvetten feragat edip, tek forvet yanı, arkasında onun
açıklarını kapatacak en az 2 güçlü, koşan oyuncu oynatma gibi çareler köklü ve
sistemsel olmaktan çok, anlık ya da çözümsüzlükten bulunan ama derde uzun
vadeli deva olmayan yöntemler oldu. 1996 – 2001 sürecindeki Galatasaray’da
Hakan Şükür, Emre, Suat, Okan, Hasan arasında kollanıp korunan Hagi, çok
benzerini 7 yıldır yaşayan Fenerbahçe ve Alex de Souza, “Şifo Mehmet – Sergen
Yalçın yan yana oynar mı?” soruları, süreçleri, durumları hep bu sorunun
tezahürleridir. Böyle olunca vazgeçilmesi zor yeteneklere sahip bu ‘baş belası’
oyuncular, Avrupa’da ve özellikle futbolun geldiği en üst seviye olan
Şampiyonlar Ligi’nde kendilerine yer bulmakta zorlandı. Ya temposunu, gücünü,
dayanıklılığını arttırdı (ki bu kez de yeteneklerinden bekleneni verdikleri
söylenemez) ve 10 numaralıklıktan, 8’e hatta 6’ya evirildi. Zidane, Rui Costa
ve Roberto Baggio gibi dünya yıldızları dışında ‘namusu’ elden bırakmadan bunu
başaran çok az oyuncu oldu. Bence mevkide bir sorun yok, hatta hala ihtiyaç var.
Buradaki soru ve
sorun 10 numarayı bu tip oyuncuyla mı doldurmak gerekiyor?
Türkiye’deki durumu Alex, Florin Cernat, Adrian Mierzejewski ve Sezer Öztürk örneklerinde biraz aşağıda tartışalım. Ama önce
şu dönemde dünyada neler oluyor, bizim 10 numaranın vaziyeti ne, ona bakalım
kısaca. Muhtemelen sabırsızlık edip “Ee Messi 10 numara değil mi?” diyenlere
Messi, olağanüstü yetenekleriyle gelmiş geçmiş en büyük futbolculardan biri
olabilir, ama sol ayağına ve sırtındaki formaya aldanmadan, hemen şunu
söylemeliyim ki; Messi bir forvet, bir golcüdür bana göre. Aynen bir - iki
seviye altındaki Alex de Souza gibi, Gheorghe Hagi gibi. Zidane – Rui Costa –
Sergen Yalçın gibiler anlatmaya çalıştığım oyuncu profiline daha uyuyor, hatta zorlasak
Xavi, Iniesta, Fabregas, Gerrard daha fazla 10 numara gibi geliyor düşününce.
Başka türlü bir
futbol, başka türlü bir 10 numara!
Orta saha ve forvet arasında, ama orta saha özelliklerini
oyun karakterine daha fazla sinmiştir benim anladığım 10 numaranın. 10 numara orijinli
oyuncuların dolduramadığı bu pozisyona benim en büyüt adayım Cristiano Ronaldo.
İlginç gelebilir, fundamental özellikleri hiç andırmasa da, forvet arkasında,
kenarlarda aldığı toplar, yaptığı şut ve çalım tercihlerine baktığımızda sanki
orayı en iyi dolduran isim gibi geliyor. Türkiye’ye bakarsak, hali hazırdaki
örneklerle bizim 10 numaranın hallerini daha yakından görebiliriz. Hemen başta
söyleyeyim, Alex davayı satmıştır! Üstün oyun zekası ve müthiş sol ayağı ile
kendini forvetin oralara atan Alex, yine de attığı goller ve yaptığı asistlerle
fazlasıyla hak ederek, Türk futbol tarihinin şimdiden en başarılı isimlerinden
biri oldu.
Yeter mi bilmem ama ‘3 nefer’ 10 numaralıktan ödün vermiyor
gibi görünüyor şimdilik. Karabükspor’un Romen kaptanı Florin Cernat,
Fenerbahçeli (Eskişehirspor’daki performansı referans alınarak) Sezer Öztürk ve
Trabzonspor’un yeni Polonyalısı Adrian Mierzejewski Türkiye futbolu ve Ligi
seviyesinde olsa da tam anlamıyla hala bir 10 numara olarak var olmaya devam
ediyorlar. ‘Dayanın yiğitler!’ diyesi geliyor insanın. Ama öte yandan başka biri
bir şeyler yapacak gibi, hem de sessiz ve sedasız… Mesut Özil’den bahsediyorum.
Zidane ile kıyaslanmaya başlayan Mesut Özil, olağanüstü başarılı bir sadelikle,
asaletle 10’un çoktan kaybedilmiş pek çok cephesini tek tek geri almaya başladı
sanki. Eskisi gibi olmayan, ama her halinden onu atası olarak gören bir 10
numara hala mümkün mü? Yine yetenekli, yine solak ya da en azından solak
karakterinde olsun isterim... Yine ayağına top çok yakışan, ama topu ayağında
daha az tutan, buna karşın çok daha fazla topla buluşan bir 10 numara… Daha güçlü,
daha tempolu, daha çok ikili mücadeleye giren (karizmayı çizdirmeden tabii).
Başka bir futbol mümkün mü, bizim 10 numara yaşar mı? ‘Güzel bakan, güzel
görür!’ ve ‘Umut fakirin ekmeğidir!’ sözlerinden de cesaret alarak, Mesut Özil,
hala mümkün olabileceğinin ümidini veriyor.
*Ankara
Plus Dergisi’nin Kasım - 2011 Sayısında yayımlandı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder